Büyük şaşkınlık

18 Ağustos 2016 Perşembe

“Bilgi çağı”, “kuşku çağı”, “korku çağı”, hatta “entropi çağı” kavramları kullanılıyor. Bence en uygun kavram “şaşkınlık çağı”.

Greenspan yanılmış, Marx haklıymış
Şaşkınlık mali krizle başladı. Mali piyasaların oyuncularının “maestro” (piyasaları bir orkestra gibi idare eden adam) olarak niteledikleri Alan Greenspan (Merkez Bankası başkanı 1987-2006) Kongre Soruşturma Komisyonu’ndaki oturumda, kafasındaki ekonomik modelin gerçek hayatta işlemediğini görünce çok şaşırdığını, “şok geçirdiğini” açıkladı (23/10/2008).
Üç yıl sonra Wall Street Journal, Nouriel Roubini’nin “Biz piyasalar çalışır sanıyorduk. Çalışmıyormuş... Marx haklıydı, kapitalizm bir gün kendi kendini yok edebilir” sözlerini aktarıyordu. Şaşkınlık küreselleşmenin kalıcı olmayabileceğine, sürecin geriye dönmeye başladığına ilişkin, sermaye hareketleri, dünya ticaret verileriyle, gelir dağılımındaki bozulmaya, bizzat kapitalizmin yol açtığına ilişkin araştırmaların (Branko Milanovich, Thomas Piketty) katkısıyla derinleşti. Tabii bir de bir türlü sonu gelmeyen, “uzun durgunluk” gibi, The Washington Post’tan Samuelson’un deyimiyle, “gizemli bir durum” vardı.

‘Gizemli bir durum’
Merkez bankaları ekonomilere trilyonlarca dolar mali destek verdiler. Faizleri sıfıra indirdiler. Geçerli ekonomi teorisine göre, talep yetersizliği sorunu hafifleyecek, atıl kapasite eriyecek, yatırımcılar da bu arada fonlarını, nakit ve bono gibi düşük getirili varlıklardan, daha yüksek getiri ve ekonomik büyüme sağlayacak üretken yatırımlara yönlendireceklerdi.
Merkez bankaları satın aldıkça bono fiyatları yükseldi, getirileri düşerek negatif alana geçmeye başladı. Batı dünyasında özel sektör bonolarının toplam değeri 12.6 trilyon dolara ulaştı. Ancak Financial Times’dan Gillian Tett’in belirgin bir şaşkınlıkla anlattığı gibi, yatırımcılar bono ve nakitte kalmaya, hatta “ekonominin geleceğine ilişkin umutsuzlukla” nakit stoklarını arttırmaya devam ettiler (11/08/16).
Orta ve uzun dönemli bonolarda negatif getiri oranları, 9/11 ve Lehman-sonrası panik döneminin düzeyine ulaşan bir nakitte kalma çabası, “varlık yöneticileri 1930’ları andıran depresyon hatta bir resesyon öngörmediklerine göre” (Acaba? - E.Y.) diyor Gilian Tett, “belirsizlikten kaynaklanıyor.”
Bu belirsizlik iki boyutlu bir şaşkınlıkla ilgili: Merkez bankalarının, parasal genişleme, “sıfır” faiz politikaları etki yapmıyor! Hükümetler hangi politikaları izleyeceklerini bilemiyor! Birçok analist korumacılık korkusunun, jeopolitik risklerin belirsizliği daha da derinleştirdiğine işaret ediyor.
Aslında hak vermemek elde değil. Amerikan seçimlerinde yarışan iki adaya bakar mısınız? Biri dengesiz, faşist, yalancı bir Trump, öbürü neo-conların yeni sevgilisi, militarist Clinton. Her iki aday da Meksika, Çin gibi ülkeleri haksız rekabetle suçluyor, korumacılık vaat etmede birbirleriyle yarışıyorlar; Trans-Pasifik ticaret anlaşmasına karşılar; Clinton bir “ticaret savcılığı” kurmaya kararlı olduğunu açıklıyor.
Jeopolitik riskler de artıyor, savaş davullarının sesleri yükseliyor. Rusya, Ukrayna’da yeniden basıncı arttırıyor. Çin, Güney Çin Denizi’nde uluslararası mahkemelerin kararlarını yok sayıyor; Suriye ordusuna eğitim, lojistik destek vereceğini açıklıyor (SCMP, 16/08/016). ABD’de Demokrat kanadın önemli yayınlarından Salon “Kongre haklı: İran anlaşması tam bir fiyasko...” başlıklı bir yorum yayımlayarak, “Cumhuriyetçilerin öngörüleri haklı çıktı” diyor. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında İran’a karşı bir mutabakat oluşuyor. Tam da AKP Türkiye’si, Batı ile köprüleri yakarım, yüzümü Rusya’ya, İran’a, Çin’e dönerim havasındayken...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları