Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı. Artık başka şeyler konuşuluyor. Geçen hafta Anglosakson dünyanın saygın yayınlarında (Foreign Policy, Project Syndicat, New Statesman, New York Times) yine bu “şeyler” vardı: Küreselleşme ve teknoloji, özgürleşme yerine dağılma, yıkım getiriyor; toplumlar parçalanmış, demokrasiler yorgun; tanık olduğumuz şey, yalnızca ekonomik ya da siyasal bir çöküş değil, modernitenin çözülmeye başlamasıdır. Küreselleşme, yerinden edilmenin, kutuplaşmanın ve öfkenin motoru haline geldi. Çin şoku, finansallaşmanın sınır tanımazlığı, tedarik zincirlerinin kırılganlığı, derinleşmeye devam eden gelir dağılımı uçurumu altında “ilerleme” (“Her şey daha iyi olacak”) inancı yerini “Hiçbir şey eskisi gibi değil” duygusuna bıraktı; “Batı artık yıkılıyor”.
Aydınlanmadan bu yana kapitalizmin merkezlerinde, “ilerleme” seküler bir inanç gibi yaşandı: Gelecek bugünden iyi olacak; akıl, bilim ve serbest piyasa insanlığı cehaletten kurtaracak. İki yüz yıldan fazladır, “kapitalist gerçekçilik” kurumları, siyaseti, bireysel hayalleri biçimlendirdi. Bugün gelecek artık umut vermiyor; tehdit ediyor.
Tarihçi Christopher Clark’ın dediği gibi, kriz “gözlerimizin önünde, kafalarımızın içinde” yaşanıyor. Modernitenin zihinsel mimarisi çöktü. Bilgiye, piyasaya ve teknolojiye duyulan güven yerini bir tür medeniyet yorgunluğuna bıraktı. Bir zamanlar ilerlemenin güvencesi olan dinamikler, şimdi kaygının ve çöküşün kaynağı.
Bu ortamda Aydınlanmanın günümüzdeki, öncülerinin salt akla, veriye dayalı iyimserlikleri artık can çekişen bir uygarlığa ağıt gibi. “Orta yolun” savunucuları, normların ve kurumların çözülüşünü izliyor ama müdahale edemiyorlar. Akıl, artık toplumsal bir otorite değil. Rasyonel bir geleceğe duyulan inanç, öfkenin, nostaljinin gürültüsü altında eridi.
Berlinli sosyolog Andreas Reckwitz bu yeni durumu “kayıplar uygarlığı” olarak tanımlıyor. Kayıp yalnızca ekonomik ya da ekolojik değil, anlamın kaybı da büyük bir kargaşa kaynağı. Batı toplumları, yüzyıllardır “daha fazla, daha iyi” inancıyla yaşadı. Şimdi “artık daha az, giderek daha kötü” duygusu, umutsuzluk, toplumsal bilince giderek egemen oluyor. İklim yasını, merkez ülkelerde hızla yaşlanan nüfusu, çözülmüş altyapıları, kırılgan demokrasileri, savaşları ve nihayet soykırımı birleştiren ortak bir his var: gelecek artık umut değil, yük.
Tüm bunlar, kapitalist uygarlığın bir kez daha kendi sınırlarına dayanarak çürümeye başladığını gösteriyor. “İlerleme”, “kayıpların” giderilebileceği inancı çöktü ve artık dinci ve ırkçı faşizm(ler)in yükseldiği bir dünyadayız.
BAŞKA BİR GELECEK...
Peki, “ilerleme inancı öldüyse geriye ne kalır?” Bir yaklaşım, daha doğrusu “kapitalist gerçekçilik” kayıplarla yaşamayı öğrenmeyi öneriyor. Bu yaklaşıma göre, “Sürdürülebilirlik politikaları -sağlık sistemini, demokrasiyi, gezegeni korumaksınırsız büyüme fetişinin yerini alabilir, ekolojik bilinç de sınırları kabullenmeyi bir gerileme değil, olgunlaşma biçimi haline getirebilir.” Sorunların kaynağı, kapitalist üretim tarzını veri alan bu yaklaşım, aslında bir çözümsüzlüğü sergiliyor.
Aydınlanmanın, modernitenin tükendiğine ilişkin savlar ise bu iki akımın, dinamizmini sınıf çelişkilerinden alan bir kapitalist tarih içinde şekillendiğini; bir karanlık yüzlerinin de olduğunu görmek istemiyor. Söz konusu krizler, “tükenişler”, umutsuzluk aslında, bu “karanlık yüzün” bir yüz yıl sonra emperyalist savaşlarla, faşizmle, soykırımla yeniden öne çıkmaya başlamasının semptomlarıdır.
Modernitenin “yarın bugünden iyi olacak” inancı çözülürken moderniteye içkin isyan ve yenilenme dinamikleri şimdi “Yarın başka bir dünya olmalıdır” demeyi gerektiriyor. Bu başka dünyada, Aydınlanmanın birey, verimlilik ve kâr merkezli aklını terk ederek, doğaya, insan ve topluma ilişkin farklı ve koruyucu bir aklı benimsemek gerekiyor. Kapitalist uygarlığı aşarak uygarlığın önünü açmanın yolu bu “karanlık yüzle” hesaplaşmaktan geçiyor. Kapitalist gerçekçilikten çıkamazsak “yarın, asla bugünden daha iyi” olmayacak!