Middle East Institute’den Gönül Tol, New York Times’ta “Avrupa, pratik güvenlik ve istikrar konularında giderek daha fazla Türkiye’ye dayanırken, ilişkilerin çıkar temelli bir alışverişe indirgenip demokratik ilkelerin göz ardı edilmemesi gerektiği” konusunda uyarıyor. Tol’a göre, “Türk demokrasisinin dayanıklılığı hem Türkiye hem de Batılı müttefikleri için hayati önem taşımaya devam ediyor”. Tam anlamıyla “fantastik” bir uyarı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
‘İMPARATORLUĞUN VİTES KOLU’
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist kapitalizm iki kutup ve “yeni-sömürgecilik” (post colonial) üzerinde yeniden şekillenirken bağımlı ulus devletlerin (post colonial nation state) ekonomik siyasi modellerinin, toplumsal geliş(ememe dinamiklerinin emperyalizm içinde belirlendiği görülüyordu. Bu bağlamda, emperyalizm, devletin yönetimini, ekonominin, popüler kültürün Batı’nın kullanımına, etkisine açık tutması, ulus-devletin iki kutuplu dünyada yeni hegemonya sistemine bağımlı kalması koşuluyla, işbirlikçi bir kesimin yönetmesine itiraz etmiyordu. Emperyalizm, devletin rejiminin açık diktatörlük seçeneğiyle, bir yönetici sınıf fraksiyonunun, diğerinin yerine ikame edilebileceği bir parlamentarizm seçeneği arasında kalmak koşuluyla toplumun kendini ifade etme biçimlerine izin verebiliyordu.
Diğer bir deyişle, “‘post colonial’ ulus-devletin”, emperyalist ekonomik sistemin, egemen sermaye birikim rejimine eklemlenmesi, emperyalizmin tehdit algıları içindeki yeri, “post-colonial” ulus devletin değişmezleriydi. Bu değişmezler veri olmak koşuluyla, siyasi rejim (hatta devletin biçimi) toplumsal muhalefetin özelliklerine bağlı olarak değişebiliyordu. Prof. Kees Van Der Pijl bu sisteme, “imparatorluğun vites kolu” diyor. Emperyalist ilişkilere karşı bir toplumsal muhalefeti bastırmak gerektiğinde açık diktatörlük, toplumsal muhalefet emperyalizme bağımlılık koşullarına itiraz etmediği sürece, yalnızca düzen partilerini ve hükümetlerini içeren bir parlamenter rejim şekillenebiliyordu.
Emperyalist kapitalizmin 1960’ların sonunda yapısal krizine girmeye başladığından bu yana, birçok Latin Amerika ülkesi gibi Türkiye de “demokrasi” ile askeri diktatörlük arasında gidip gelmeye başladı. Doğu Bloku çöktükten sonra, ABD hegemonyasının gerilemesi hızlanırken, Çin ikinci süper güç, bir de facto hegemonya adayı olarak yükselirken, küresel ısınma ve göç hareketleri stratejik tehditlere dönüşürken “resim” daha da karmaşıklaşmış olsa da bu “vites kolu” varlığını hâlâ koruyor.
İLK DÖNEM VE SONRASI
AKP iktidarının ilk döneminin konumuz açısından iki özelliği vardı. AB, çevresindeki bağımlı ülkelerin toplumlarını yeniden düzenlemek, AB etkisine açık bir medya, kültür endüstrisi, yönetici sınıf ve ekonomi inşa etmek için “Kopenhag kriterlerini” kullanıyordu. Bu süreç de topluma, liberal entelijansiya tarafından demokratikleşme olarak sunuldu. İkincisi, dünya ekonomisinde büyük bir likidite fazlası, dolayısıyla ucuz, kolay kredi olanağı vardı. Siyasal İslam’ın partisi AKP yeni rejimi ve hegemonyasını inşa etmeye başlarken bu iki olanaktan yararlandı.
Bu “İlk dönemden” bir “kopuş” noktasını 2013 yılına, ikinci kopuş noktasını da 2016 yılına koymak olanaklıdır. 2013’te 1 Mayıs için İstanbul’un on binlerce polis ile “işgali” ve “Gezi olayı” demokratikleşme fantezisine son verdi. 2016 da, AB’nin, yılın ilk yarısında göçmenler anlaşmasını imzaladıktan sonra, yılın ikinci yarısında ülkede yaşanacak olanlara gözlerini kapamaya karar verdiğini gösteriyordu. Bu denkleme Ukrayna savaşı, Suriye’nin çöküşü ve nihayet İsrail’in soykırım ve genişleme atağının eklenmesiyle, Avrupa açısından Türkiye’nin stratejik önemi özellikle savunma ve göç bağlamında daha da arttı. “Vites kolu” metaforuna dönersek neden AB’nin siyasi tercihlerinin, demokrasi, insan hakları yönünde olmayacağını anlayabiliriz: AB, ABD, ülke kaynaklarına sahip çıkmak isteyecek kamucu halkçı bir muhalefetin, açıktan ya da dolaylı olarak hep karşısında olacaktır.