Karşı karşıya olduğumuz ve her geçen gün dozu artan mevcut baskı dönemiyle ilgili farklı teoriler var kulağıma gelen.
Kimileri olan bitene “Büyük Kötülük” gözüyle bakıyor. Büyük Kötülük teorisine göre devlette 15 Temmuz sonrası FETÖ’yle mücadele amacıyla başlayan olağanüstü hal, bilinçli bir kararla diğer muhaliflere uzandı. Amaç, Türkiye’yi iktidar açısından dikensiz bir gül bahçesine dönüştürmek ve toplumdaki tüm özerk nefes alma alanlarını yok etmek. Yeni ve kimsenin nefes alamadığı bir Türkiye yaratmak.
İkinci teori, yeni bir “devleti kuşatma” operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz yolunda. Bu teze göre güvenlik bürokrasisinde Cemaatçilerden boşalan yerlere Avrasyacılar, aşırı milliyetçiler ya da eski derin devlet geldi ve bu grup, aslında kimseyi dinlemiyor. Tayyip Erdoğan halihazırda bu koalisyonun sözcüsü gibi dursa da, iddia o ki, aslında Batı’yla çatışma derinleştirilerek Erdoğan’ın da bir anlamda kuşatılması ve elinin zayıflaması hedefleniyor.
Bu minvalde teorileri son dönemde sık sık duyuyorum. Özellikle Cumhuriyet davası, Büyükada’daki insan hakları savunucularının akıl almaz iddialarla tutuklanması, Osman Kavala gibi saygın ve hayatını Türkiye’de demokrasi kültürünün gelişmesine adamış birinin gözaltına alınması gibi konuları anlamlandıramayanlar, bu iki tezden birine sarılıyor.
Ancak mevcut Türkiye’yi anlamak adına dikkate almamız gereken üçüncü bir bakış açısı da var. Buna da “Büyük Cehalet” tezi diyebilirsiniz.
Emin olun ki büyük bir cehaletle karşı karşıyayız. Son yıllarda Türkiye’de ciddi bir kurumsal çöküş yaşandı. Gülencilerin, ele geçirdiği devlet kadrolarından atılmasıyla, yargı ve kolluk gücünde hızlı ve geniş alımlar yapıldı. Üst makamlara Gülencilerin tasfiye ettiği ya da oraya buraya sürdüğü güvenlik yetkilileri geldi. Alt makamlar ise devletin çöküşünü engellemek için, kalifikasyona bakmadan hızlıca dolduruldu. Birkaç yıllık avukatlar hâkim yapıldı, parti referansıyla gelenler polis yapıldı.
Bu kadrolar halihazırda Türkiye’nin kuşatma altında olduğuna ve iç ve dış güçlerin her gün Türkiye’yi bölmek için yeni planlar yaptığına inanıyor. Sizin, benim okuyup da güldüğümüz o yandaş manşetlere, inanıyorlar. İnanmanın ötesinde, o manşetleri suç duyurusu kabul ediyorlar.
Eli kalem tutan, dünyayı iyi tanıyan gazeteci arkadaşlar “Yok artık! Herhalde 15 Temmuz darbesinin de hasbelkader o hafta sonuna denk düşen Büyükada’daki bir İran seminerinden yönetildiğini düşünmüyorlar!” diyor. “Emin olmayın” diyorum. Mevcut kadrolar, her türlü sivil toplum inisiyatifinin, STK projesinin, düşünce kuruluşlarının düzenlediği her beyin fırtınasının Türkiye’yi bölme amaçlı “sinsi” bir girişim olduğunu düşünüyor. Bu kadrolar, global dünyanın sürekli bir akışkanlık ve etkileşim odağı olduğunun ve bunun da sivil ve kültürel inisiyatifler üzerinde serpildiğinin farkında değiller. Bu dünyalara çok uzaklar ve açık toplum tecrübeleri yok. Kapalı toplumlara has komplo teorilerine inanıyorlar. Tartışmaların yaşandığı, dünyanın farklı yerlerinden gelen uzmanların bir masa etrafında görüş alışverişinde bulunduğu bir dünyanın varlığından bile haberleri yok. Bunu ancak “gizli toplantı” ya da “istihbarat faaliyeti” diye algılayabiliyorlar. Bırakın uluslararası konferansları, bir Batılı ile arkadaş olmak, yabancı bir gazeteciye demeç vermek bile uzak bir tecrübe onlar için. Dünyayı, siyaset literatüründe “Hobbesin” denilen darül harp hali olarak görüyorlar. Ve bu bitmeyen harp durumunda gazetecileri, STK’leri, sivil toplumu, muhalifleri “iç düşman” olarak tanımlıyorlar.
Ezcümle; şu anda görev yapan kadrolar, sizin, benim gülüp geçtiğimiz o manşetlere inanıyorlar. O kadar ki, Büyükada’da dükkân dükkân dolaşıp darbe sahiden buradan mı yönetildi diye soruşturmak, onlara abes gelmiyor.
Devletin tepesindekiler ise büyük çoğunlukla bu işlerin abesle iştigal olduğunun farkında. Ama onlar da, ya iç hesaplar ya da Batı’ya olan kızgınlıklarından dolayı mevcut duruma müdahale etmeye gerek görmüyorlar.
Ve bizler, böyle böyle kapanıyoruz...
Büyük cehalet teorisi
Yazarın Son Yazıları
Yaklaşan facia
Yalancı bahar mı ikinci bahar mı?
Bu mu devlet aklı?
Lale Devri bitti!
Mutsuzluk beter umutsuzluk daha beter
Avrupa ile yakınlaşmak için
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Alis harikalar diyarında
Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizinde gerilim düşüyor. Henüz bir “el sıkışma” olmasa da, Brunson krizinin nasıl aşılacağı konusunda bir formül yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Formül, iki ülkenin de aylardır konuştuğu “Andrew Brunson-Hakan Atilla” takası. Brunson’ın ABD’ye gönderilmesi karşılığında Atilla bir süre sonra Türkiye’ye gelecek.
Brunson yaptırımları ve devam eden pazarlıklar
Brunson’la takas fikri kimden çıktı
Al Papaz’ı ver Halkbank’ı
Sessizlik
Bir demokrasi kendini nasıl savunur?
Batı’yla pazarlık
Osmanlı bu değildi
Yeni dönem ne olur?
Dünya karıştıkça biz geriliyoruz
Hüzün
Sonuçlara bir de böyle bakın
Kazanacağız
25 Haziran Türkiye’si
Emanetim sende saklı
İki seçim arası
MERKEL: Kendine gel! TRUMP: Dükkân benim
Oyun büyük
Ver Papaz’ı, Al Münbiç’i
Ben sana iktidar olamazsın demedim...
Sessiz çoğunluk
Burası Rusya değil kardeşim
Ne yapmalı?
Dip dalga ne gösteriyor?
Baskıda kaosa geçiş süreci
Dışarıda olan seçimi nasıl etkiler?
Attım bunu cebe
Bilinenler, bilinmeyenler
Piyesin son sahnesi
Diktatörlüğün sıradanlaşması
CHP’nin zor kararı
İki çift lafım var...