Zamanı okumak ya da okuyamamak…

18 Ocak 2016 Pazartesi

Biraz parçalı, biraz yaklaşık 4-5 yıl öncesine ve aynı konuya ait bir yazımdan alıntılarla örülü olabilir bu yazım. Çünkü konu zamanı okumak; ve zaman, asla yalınkat okunamaz, okunmamalı. Zaman, dün-bugün-yarın ekseninde bir akışkanlıktır. Bu gerçeği görmezlikten gelmek, görememek veya yadsımak ise yaşanan zamanın dışına düşmekle eşanlamlıdır.
Ülkemiz, nicedir zamanının cahili, zamanın tümünü bugün saymaktan yana bir iktidarın ve bu bağlamda en az onun kadar cahil, bir de gafil muhalif çevrelerin pençelerinde kıvranmakta. Başka deyişle iktidar da, muhalefet de bu bakımdan aynı suçu paylaşmakta. İktidar, Kafka’nın “Şato”sunu çağrıştıran doruklardan yağdırılan buyrukları -yeryüzünün tarihinde ve bugününde bir de “hukuk” diye anılan bir gerçeğin bulunup bulunmadığını zerre kadar sorgulamaksızın- anında uygulamayı ülkeyi yönetmek sanırken, muhalefet de bugüne kadar doğrudan yitirilen beş seçime ve kazandığı galibiyet tacını kendi eliyle seçimde yenilen tarafın başına geçirdiği bir başka seçime rağmen kendine bir türlü veremediği “çekidüzen”i kurultay salonlarında elde etmenin o kof hayal denizlerinde yüzmektedir.

Zamanı okumak, onu görebilmek demektir…
Zamanı okumak, zamanı kavramak, onu avucumuza almışçasına görebilmiş olmak demektir. Yani zamana sadece bakmak, asla yeterli değildir. Doğru okunamamış zamanı yaşamak, duş almak gibidir aslında; böyle zamanlar üstümüzden bize herhangi bir farkındalık yaşatmaksızın akıp gider ve üstelik, duştan tenimize akan suyun tersine, bizi arındırmaz bile. Öylece yitip gider.
Okunamamış zaman, yanlış yaşanmaya yargılıdır. Hani Süreyya Berfe’nin “Seferis ile Üvez” başlıklı şiir kitabından seslenen o unutulmaz dizelerinde anlattığı gibi: “Zamanımızı / zamanında öğrenemediniz / Gördükleriniz /başka bir zamanı mekânı gösterdi…”
Peki, gördüklerimiz bize ne zaman başka bir zamanı mekânı gösterir? Zamanı okuyamadığımızda, görmek yerine sadece ona bakmakla yetindiğimizde.

Hayatın içimize bıraktığı ‘direnme notaları…’
Zamanı okuyabilme üzerine bir ipucu da Leylâ Erbil’in “Tuhaf Bir Erkek” romanında kapımızı çalar: “Şu da var / bütün acılara karşın / hayat / içimize bir nota bırakır ya / en bitik günümüzde / direnme notasını / bir zarfa mı koyar / bir deniz çırpıntısıyla mı / savurur / yüzümüze / neşe üşüşür hayatımıza / birden / güç aşılar / iyi güçtür / baş eğdirmeyen / umut / altın kafesinden / çıkıverir / dolaşır tepemizde.”
Evet, hayatın en bitik günümüzde bile içimize bıraktığı bir direnme notası. Hayat, sanki bütün bitik günlerimiz için yedekte birer direnme noktası bulundurur. Ve bitik günlerimizin eşiğine vardığımızda bize düşen, o direnme notalarından yola çıkarak direnişlerin müziğini bestelemektir, bitik günlerin üstesinden gelebilmek için. Ama zamanı doğru okumayı başaramadan, o güne kadar bilgi adına biriktirdiğimiz ne varsa tümünü seferber etmeden, direnme notalarını direnişin müziğine dönüştürebilmemiz olanaksızdır!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları