Ahmet İnsel

Bitmeyen KCK operasyonları

04 Ağustos 2015 Salı

Siyasal sözlüğümüze “paralel” sözcüğü 2009’da girdi. 2009 yerel seçimlerini izleyen günlerde, emniyet müdürlüğü önünde avluda sıraya sokulmuş, elleri kelepçeli DTP’lilerin fotoğrafının basına servis edilmesinin ardından “paralel devlet yapılanması” suçlamasıyla ilk kez karşılaştık. Partinin yerel örgüt yöneticilerden belediye başkanlarına, il genel meclisi ve belediye meclisi üyelerine kadar uzanıyordu gözaltına alınanlar listesi. Bunu birçok benzer gözaltına alma ve tutuklama dalgası izledi. Tutuklananların sayısı binlerle ifade edilmeye başlandı.
Aralık 2009’da DTP, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. KCK operasyonu adı altında sunulan ve resmi amacı “PKK terör örgütünün paralel devlet yapılanması niteliği kazanmış sivil alandaki uzantılarını” etkisiz kılmak olarak sunulan bu bastırma ve sindirme operasyonları 2012’ye kadar devam etti. Şubat 2012’de iktidarın zirvesinde, Oslo görüşmelerini bahane edip, MİT Başkanı’nı hedef alarak yürütülen iktidar ortakları arasındaki güç savaşından sonra bu tutuklamaların hızı kesildi.
Bu KCK operasyonlarını Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgi ve onayıyla planlayan ve yürürlüğe koyan polis, savcı ve hâkimlerin birçoğu, 17-25 Aralık soruşturmalarının engellenmesinin ardından, 2014 başından itibaren başka bir “paralel yapı”ya ait oldukları gerekçesiyle pasif görevlere alındı ya da resen emekli edildi. Bir kısmı “Gülen terör örgütü” üyesi veya destekçisi olma veya “paralel yapıyla ilişkili olarak davranmak” iddiasıyla şu anda tutuklu. Herhalde bu polis ve yargıçlar, Kürt sorunu konusunda Tayyip Erdoğan’ın 2015 ilkbaharından beri dayattığı yeni çizgiye ve seçim sonrasında yeniden başlatılan PKK ile savaş stratejisine bakarak, “fikirlerimiz iktidarda, önerilerimiz uygulanıyor, biz de hapisteyiz” diye düşünüyorlardır. Haksız değiller.
Gülen cemaatine yakın bazı kalemler, bugün AKP’lilerin Selahattin Demirtaş’a yüklenirken riyakârlık yaptığını, binlerce KCK’linin tahliye edilmesini 2013’te AKP hükümetinin Meclis’ten geçirdiği yasa değişikliği paketinin sağladığını hatırlatmaya devam ediyor. PKK ile müzakereyi içeren çözüm sürecinin ihanet ve teslimiyet olduğu konusu, sadece MHP’nin işlediği bir tema değildi. Bu konuda KCK operasyonlarını tasarlayanların da fikirlerinin değişmediğini görüyoruz.
KCK operasyonları Kürt siyasal hareketinin tecrübeli yerel kadrolarını tasfiye etmeyi, siyasal alanda boşluk yaratarak, mütedeyyin-muhafazakâr kadroların bu boşluğu doldurmasını amaçlıyordu. Bu stratejinin görünen ağır bedeli 2010’dan 2012 Ekimi’ne kadar yeniden başlayan çatışmalarda ölen ve yaralanan binden fazla insan oldu. Daha az dikkat çeken sonucu ise, Kürt siyasal hareketinin yerel örgütlenmesindeki boşluğun, gözünü hayata açtığından beri çatışma dışında siyasal tecrübesi olmayan daha genç kişilerin yaratılan yönetim boşluğunu doldurması oldu.
Bir diğer sonucu, güvenlikçi stratejinin tutuklama ve sindirme dalgaları altında ezilen yerel sivil toplum kuruluşlarının diyalog kapasiteleri ve dengeleyici etkileri zayıflamasıydı. Bu nedenle, dönemin başbakanının Kobane ile ilgili provokatif sözlerinin tetikleyicisi olduğu 6-8 Ekim 2014 olayları, büyük ölçüde HDP ve DBP yöneticilerinin çaresiz bakışları altında gerçekleşti. KCK operasyonlarının somut sonuçlarından biriydi bu.
Siyasal alanın güvenlikçi politikalarla daraltılmasının barış imkânlarında uzun vadede yarattığı en büyük tahribat, etkitepki dinamiği içinde şiddeti merkeze alan unsurları öne çıkarmasıdır. Bunu bugüne kadar birçok kez yaşayarak, gördük. Bu nedenle bugün Tayyip Erdoğan ve ekibinin, 7 Haziran seçim sonuçlarını iptal etmek, sandıktan kendi istediği sonucu elde etmek umuduyla yeniden başlattığı güvenlik devleti politikası ve çatışma stratejisinin siyasal ve toplumsal sonuçlarını öngörmek zor değil. Akla ilk gelenin milletvekillerinin dokunulmazlıklarına el atılması olması, parti kapatılmasının tartışmaya yeniden açılması yeterince anlamlı. Erdoğan ve ekibi neredeyse PKK’den daha fazla HDP yönetimini ve en başta Selahattin Demirtaş’ı öncelikli hedef ve asli düşman olarak görüyor.
Ortadoğu’nun durumunu da dikkate alınca, bu politikanın bütün topluma ödeteceği bedel geçmişte ödenen bedellerden çok daha ağır olabilir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları