Toplumsal şiddet, toplumda bireyler, kümeler veya kurumlar arasında güç ilişkileri temelinde ortaya çıkan fiziksel, psikolojik ya da yapısal zarar verme eylemlerinin tümünü kapsayan şiddet türüdür (Galtung; 1969, 1990). Yazar şiddeti salt doğrudan-fiziksel olarak değil, aynı zamanda yapısal ve kültürel biçimleriyle de tanımlar. Toplumsal şiddet, bu üçlü şiddet kuramı ile incelenebilir.
Doğrudan şiddet: Fiziksel saldırılar, kolluk şiddeti, gözaltında kötü işlem (muamele) vb.
Yapısal şiddet: Adaletsiz yasalar, gelir eşitsizliği-derin yoksulluk, fırsat eşitsizliği, sistemli ayrımcılık.
Kültürel şiddet: Medya, din, ideoloji ya da eğitim yoluyla bu adaletsizliklerin meşrulaştırılması.
Halk psikolojik travma alıyor: Sürekli korku, umutsuzluk, depresyon yaygınlaşır. Aile, komşuluk, arkadaşlık bağları zayıflar (toplumsal çözülme). Baskı altındaki toplumlarda yatırım ve üretim düşer (ekonomik gerileme). Sanat, düşünce, akademi susar; otosansür yaygınlaşır (kültürel baskı).
İktidar ve şiddet uygulayanlara da sonuçlar ağırdır. Ahlak çöküntüsüyle zorbalık sıradanlaşır, şiddeti içselleştiren kişiler vicdan ve moral çöküntüsü yaşar. Baskıcı sistemler an gelir, içte-dışta meşruluklarını yitirir. Uzun erimde korkuya dayalı iktidar birden (ani) kırılma ile çökebilir; Arap Baharı gibi (siyasal kırılganlık). Demokrasi çiğnemleri (ihlalleri), yaptırımlara ve uluslararası yalıtıma yol açar.
SİYASET BİLİMİ KAPSAMINDA NELER ÖNEREBİLİRİZ?
Hakikat ve adalet komisyonları: Güney Afrika, Şili, Arjantin’de yitik insanların bulunması. Geçmişteki şiddetin araştırılması ve kabulü barışçıl geçişin ilk adımıdır. Sivil Toplumun güçlendirilmesi için insan hakları kuruluşları, sendikalar, bağımsız medya ve akademi desteklenmelidir. Şiddetin meşrulaştırılmasına medya okuryazarlığı, eleştirel düşünce eğitimi, dayanışma bilinci yaygınlaştırılarak direnmelidir.
Demokratik geçiş süreçleri ile baskıcı rejimlerden çıkışta karşıtları yok etmeden uzlaşma ve yeniden yapılandırma gerekir. Günümüzde Türkiye, yalnızca ekonomik bunalım ve demokratik gerilemeyle değil, aynı zamanda sistemli bir toplumsal şiddet sarmalıyla yüz yüze. Bu şiddet doğrudan copla, basınçlı-boyalı suyla, gazla... açık alanlarda, gözaltında, cezaevinde görülse de; gerçekte çok daha derin, yaygın ve görünmez biçimlerde yaşamımıza işliyor. Bu hukuksuz ve orantısız şiddet, hem toplumu hem yapanı zehirliyor. Galtung’a göre şiddetin üç biçimi var: Doğrudan, yapısal ve ekinsel (kültürel). Ülkemizde yıllardır yaşadığımız, giderek artan ve yaygınlaşan bu tablo, 3 şiddet biçiminin iç içe geçerek kurumsallaştığını kanıtlıyor. Doğrudan şiddet, polis müdahalesi ve gözaltında, cezaevinde somutlaşırken; Yapısal şiddet; hukuk sisteminin yozlaşması, eğitim-sağlık gibi temel hizmetlerde büyüyen eşitsizliklerle oluşur. Ekinsel şiddet, adaletsizliklerin medya, din ya da milliyetçi söylemle meşrulaştırılmasıdır; kabul edilemez. Bu şiddet biçimleri halkı psikolojik olarak yaralamakla kalmaz, toplumsal bağları da çözmeye başlar. İnsanlar arasındaki güven azalır, umutsuzluk ve kayıtsızlık yaygınlaşır. Travma psikoloğu Herman’a göre uzun süre baskı altında yaşayan bireyler, yalnızca psikolojik olarak değil, toplumsal olarak da yalnızlaşır. Bu durum, şiddete itiraz edil(e) meyişi normalleştirir (öğrenilmiş çaresizlik!) ve despotluğa zemin hazırlar.
Ancak bu diktatörlük yalnızca halkı değil, şiddeti uygulayanı da yıkıma sürükler. Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” usumuza geliyor. Ceberrut ve itaate-boyun eğmeye dayalı rejimde insanlar, yaptıkları şiddeti sorgulamaz olur, bu da toplumsal ahlakı çürütür. İktidar zamanla meşruluğunu yitirir; içeride korku, dışarıda yalnızlaşarak yönetmeye çalışır. Bu politika asla sürdürülebilir değildir.
Baskıyla kurulan her düzen, tarihsel olarak ya içeriden çürüyerek ya da dışarıdan kırılarak çökmüştür.
İlk adım, bu şiddetin görünür kılınması. Hakikat ve adalet komisyonları, geçmişte yaşananların belgelenmesi ve kamuya açıklanması etkilidir. G. Afrika’da ırkçı Apartheid sonrası bu çabalar, toplumsal barışa evrilmiştir. Geçmişte yaşanan hak çiğnemlerinin açıklanması, mağdurlarınyakınlarının iyileşmesi, yaşayan eylemcinin (failin) yaptırım görmesi için gereklidir. 2. adım, sivil toplumu ve eleştirel düşünceyi güçlendirmektir. Sendikalar, dernekler, bağımsız medya ve akademi; demokratik toplumun direnç odaklarıdır. Toplumsal dayanışma, korku zincirini kırmada yaşamsaldır. Şiddetin “kültürel meşrulaştırılması”na karşı durmak gerekir. Din, milliyetçilik, aile şiddetin gerekçesi değil, barışın kaynağıdır. Eleştirel düşünce, medya okuryazarlığı, yurttaşların eşitliği sağlanmalıdır. Toplumsal şiddet salt sokakta değil; zihinde, yasada, dilde, haberlerde yaşar. Savaşım salt meydanlarda değil; okulda, evde, ekranda, vicdanda sürdürülmelidir. Türkiye şiddetle değil, hak-adalet-özgürlük-eşitlikle yeniden kurulabilir.