Yazma hevesi

18 Eylül 2019 Çarşamba

Yazma zorunluluğu olmasa, yayımlanacağını bilsem de her hafta sadece keyif almak ya da düşüncelerimi açıklamak için bir makale yazar mıydım, sanmıyorum.
Zorunluluk dediğim şey hem yaptığım şeyin gereği, hem bir sorumluluk, hem de bir disiplin konusudur kuşkusuz.
Canın yazmak istemese de yazacaksın!
Bunun olumsuz yanları olduğu kadar olumlu yanları da olsa gerek...
Olumsuz yan yeterince açık: Canın istemeye istemeye yazıyorsun, çünkü yazman gerek...
Olumlu yan bence disiplin konusuyla ilgili.
Sadece gazete yazarı değil, herhangi bir edebiyatçı da bunu bilir.
Günün belli zamanlarında yazma alışkanlığı edinmek, yaratıcılık ve sonucundaki üretim bakımından önemlidir.
Belli bir konu üzerinde çalışmaktayken söz konusu yazma düzeni zaten gereklidir.
Her edebiyatçı gibi benim yaptığım da budur.
Fakat belli bir konu yokken de, ressamın eskizler yapması gibi, rastgele bir şeyler yazmayı düzenli olarak gerçekleştirdiğim zamanlar olmuştur.
Bu rastgele yazmalardan zaman zaman pek güzel dizeler de çıkmıştır...
Fakat edebiyat yazarı canı istemediğinde yazmayabilir.
Gazete köşe yazarının ise bu şansı yoktur.
Yazma hevesin yoksa da yazacaksın...
Arada bir ve şu anda da olduğu gibi...

***

Gazete yazarı için yazma hevesi, öncelikle, yazılacak şeyle ilgili olsa gerek...
Neyi yazacaksın?
Yazacak ne var? Ya da ne kaldı?
Bir yazar için aynı şeyleri tekrarlamak kadar iç daraltıcı bir şey olamaz.
Aynı iç daraltısı bu tekrarları okumak durumunda olan okur için de söz konusudur.
Okur, tekrarı gördüğünde okumayı bırakma şansına sahiptir.
Yazan kişinin ise böyle bir şansı söz konusu değil.
İlle de yazacaksın...
O zaman yukarıdaki soruları tekrar edelim:
Yazacak ne var? Ya da ne kaldı?

***

Kötünün kötüsü bir dünyada ve kötünün kötüsü bir Türkiye’de yaşamaktayız...
Dünya siyaseti hemen her yerde gelmiş geçmiş en çapsız, en değersiz, en sahtekâr, en despot siyasetlerin ve siyasetçilerin elinde...
Ormanlar yanıyor, buzullar eriyor, hümanist ve bilimsel sosyalist düşüncenin beşiği ülkelerde faşist, ırkçı düşünceler ve oluşumlar yükseliyor.
İnsanlığın yüzyıllardır biriktirdiği insancıl düşünceler, sevgi, saygı, adalet duygusu, eşitlik ideali, özgürlük tutkusu, ayaklar altında, alay ve aşağılanma konusu...
Hurafe, fizik ötesi inanışlar, her yerde itibar görme bir yana, kendinde farklı düşünce ve inanışları boğazlama hakkını da görüyor...
Ve belki hepsinden daha da önemli ve kaygı verici olanı, yaşamın da ölümün de ciddiyetinin kalmayışı.
Çünkü yalan her şeyi örtüyor.
Eylemsizlik ise söylenebilecek her ciddi sözün, uyarının ve hatta en cesur ve özverili de olsa tekil kalan her davranışın anlamını, ciddiyetini hızla tüketip yok ediyor.
Bence dünya ve Türkiye böylesine kötü bir dönemi hiçbir zaman yaşamadı.

***

Bu hevessiz yazıyı, Cumhuriyet yazarı ve çalışanı arkadaşlarımızın (biri dışında) tahliyelerinin sevincini paylaşırken, az önce Halk TV’de Ayşegül Arslan’ın programında, sadece ülkemizin değil, bence dünyanın en önemli karikatür sanatçılarından Musa Kart kardeşimin bir sözü ve bu sözün bana çağrıştırdığı düşünce ile tamamlayayım.
Söyleşinin bir yerinde Musa, Türkiye’de bugün her şeyin mizah olduğunu söyledi.
Bunu anlamak ve katılmakla birlikte, kavramı genişletmek gerektiğini düşünüyorum...
Mizah, evet, ama mizahın, en soyutunun bile bir anlamı vardır...
Bugün bize yaşatılmakta olanları ise “saçma” sözü sanırım mizahtan daha iyi açıklayacaktır...
Bildiğimiz mizahın ötesinde, Beckett’in (Godot), Ionesco’nun (Gergedan), Kafka’nın (Dava) mizahı bu.
Saçmayı aşıp yaşamı yeniden anlama kavuşturmanın yolu ise bütün dünyada ve bizde, kıran kırana kitlesel eylemliliklerden geçmektir gibi geliyor bana...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024
Atatürk kazandı 3 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları