Geçen haftaki yazıma “Türkiye eskidi mi ki yenisini konuşuyoruz” sorusuyla başlamış, 1920’lerde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yepyeni çağdaşlık temellerini vurgulayarak günümüz yeni Türkiyecilerinin amaçlarının neler olabileceğine ilişkin görüşlerimi ve sorularımı sıralamıştım.
Sözünü ettiğim yazıda eksik olan belki, yeni Türkiyecilerle kendilerini ikinci cumhuriyetçi diye adlandıranların özdeşliğiydi. Böylece bu eksikliği de gidermiş oluyorum.
***
Aynı yazıda eskimenin kaçınılmaz bir doğal yasa olduğu, devletlerin de bu yasanın dışında kalamayacağı belirtilmişti.
Çağdaşlık değerlerinin temellerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin bazıları zaman içinde yenilenmeleri gereken duruma gelmiş olabilir.
Benim dikkat çekmek istediğim şey ise yeni Türkiyecilerin ve benzerlerinin hedeflerinin böyle bir yenileme çabası değil, çağdaş Türkiye’nin kuruluş ilkelerinin toptan reddidir.
***
Yeni Türkiyecilerin başıca hedefi devlet yönetiminde öncelikle de okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim sisteminin bütününde laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmasıdır.
Bu hedef eğitim sisteminde, araştıran, sorgulayan bilimsel akıl yerine araştırmayan, sorgulamayan, tartışmaya kapalı dinsel inancın yönlendirici olmasıdır. Böyle bir anlayışın eğitimi nereye yönlendirmek istediği bellidir.
Üst kimliğini dinsellik olarak tanımlayan bir siyasal yönetimin, yeni Türkiye, yeni bir anayasa gevelemelerinin arkasındaki artık gizlemeye de gerek duymadıkları amaç yeterince açıktır.
***
Başta eğitim sistemine ilişkin olmak üzere yeni Türkiyecilerin hedeflerinden biri de Latin alfabesinin bırakılarak Arap harflerine dönülmesi, Türkçenin yerini de Osmanlıcanın almasıdır.
İnsan gerçek anlamıyla yeni Türkiye’nin temellerini oluşturan yaşamsal ilkelere, bu demektir ki vatanına ancak bu kadar düşman olabilir!
Bu insanlar böyle olmak için nerede yetiştiler, hangi kaynaklardan beslendiler diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
***
Akıl vericiler dışarıdan olsa da bunca Cumhuriyet, aydınlanma, laiklik düşmanının türemesinin asıl nedenleri bana kalırsa içimizde, kendimizde, Cumhuriyetin kendini koruyup, savunmadaki eksikliğindedir.
Daha doğrusu, belki ilk yıllar dışında, neredeyse bütün tarihi boyunca, soldan, emekten ve emekçiden, aydınlanmadan, çağdaşlıktan yana kişiler, kurumlar ve örgütler acımasızca ezilirken Cumhuriyet düşmanlarının gizli ya da açıktan açığa gelişip güçlenmesine göz yumulmasındadır.
Köy Enstitülerinin, ilerici sendikaların yaşamasına izin verilmemesi, barışçı ve yurtsever aydınların hemen her dönemde cezaevlerine kapatılmaları, öldürülmeleri; buna karşılılık gerici örgütlenmelerin toplumun dokularına kadar inmelerine göz yumulması başka nasıl açıklanabilir?
***
Yeni Türkiye (ve yeni anayasa) dayatmasının içerdiği tehditler apaçık ortadadır.
İstenen şey Cumhuriyetin kurucudevrimci ilkelerinin yok edilmesi, Büyük Ortadoğu Projesi gereğince parçalara ayrılmış bir coğrafyada güneyimizdeki komşu ülkelerde olduğu gibi bizde de etnikçilik ve dinselliğin öne çıkarılarak bölünüp parçalanmamız ve zaman içinde Türkiye ve Türkiye Türklüğü olgularının değersizleştirilip belleklerden silinmesidir.
Yapılması gereken ise öncelikle bu gerçeğin “ama”sız ve “acaba”sız görülmesi, Cumhuriyetten yana partilerin, kurumların ve kişilerin, Cumhuriyetin yukarıda sözünü ettiğim hatalarının özeleştirisini de yaparak bugün artık gemi azıya almış gericilikle, onu besleyip büyüten emperyalizmle bilinçli, ödünsüz savaşımıdır.
Halkın aydınlatılıp örgütlenmesi için özveriyle çaba harcanması ise bütün yurtseverlerin, hepimizin görevidir.
Yoksa, bırakın yenilenmeyi, elimizde zaten bir Türkiye kalmayacak demektir.