Ayşe Emel Mesci

Bir çiçeğim halk ormanında…

22 Kasım 2021 Pazartesi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu siyasetin gündemini belirlemeyi sürdürüyor. En son yaptığı “helalleşme” çıkışı da çok tartışıldı. Anayasamızda yer alan “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesinin neredeyse tamamen geçersiz kılındığı bir siyasal iklimde dini referanslı terimler kullanmak doğru mu tartışmasını bir kenara bırakırsak, bu “kucaklaşma” çağrısının ciddiyetle ve çok yönlü ele alınması, bir olanak olarak değerlendirilip tartışmanın zenginleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

TARİHTEN ÖRNEKLER

Siyasal ve toplumsal olaylarda barışmak kolay olmayabilir. Kimi zaman hesaplaşma isteğini keskin bir bıçak gibi araya giren ölüm bile bitiremez, çatışma yaşamdan sonraya da taşınır. Bu konuda daha çok devletler ve egemenler, çatışmayı bir kan davası gibi sürdürme eğiliminde olabilirler, tarihte örnekleri vardır.  

Sofokles’in 2 bin 500 yıl önceden bugüne seslenmeyi sürdüren “Antigone” tragedyası, Thebai kentinin yeni kralı Kreon’un “ihanet” ile suçladığı yeğeni Polyneikes’in gömülmesine izin vermemesi, Antigone’nin de bu yasağı hiçe sayarak, canı pahasına ağabeyinin cesedini kurda kuşa bırakmayıp gömmesini anlatır.

Ama tarihte bu kini, bu kutuplaşmayı, bu düşmanlığı aşmayı başararak toplumlarına ve dünyaya barışı armağan edebilmiş, iz bırakmış devlet adamları da vardır: Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrasında Yunanistan Başbakanı Venizelos ile kurduğu ilişki; Nelson Mandela’nın ırkçı apartheid rejiminin zindanlarında 26 yıl kaldıktan sonra, iktidara geldiğinde çekilmiş tüm acılara karşın intikamı değil, toplumsal barışı, barışmayı öne çıkarması ilk aklıma gelen örnekler.

Saldırganlığın ölümden sonra da sürmesinin bir diğer örneği ise sevgili Ahmet Kaya’nın ölümünün 20. yılına günler kala, tam da Sayın Kılıçdaroğlu o açıklamayı yaptığı sırada, Paris’teki mezarının tahrip edilmesiyle yaşandı.

AHMET KAYA

1993’te, 12 Eylül mecburi sürgünü ardından ülkeme döndüğümde, havaalanında gözaltına alınıp sorgulama için Gayrettepe’deki Siyasi Şube’ye götürülmüştüm. O süreçte bana sahip çıkanlar arasında Ahmet Kaya’nın ve Fatma Girik’in ayrı bir yeri vardır gönlümde. Dönemin Şişli Belediye Başkanı olan Fatma Girik, görevlilerin “Burası Siyasi Şube, belediye değil” uyarılarını dinlemeden içeri girmiş, sağlık durumum hakkında bilgi almıştı. Ahmet Kaya’yı ise içerideki polislerden dinlemiştim: “Dışarıda, ön tarafa yattı, nöbet tutuyor” demişlerdi.

Ahmet Kaya’yı çok erken, henüz 43 yaşındayken kaybettik. 1980’lerin ortasından, yani 12 Eylül karanlığından 1999’da iğrenç bir linç girişimiyle ülkeden sürülünceye kadar, Türkiye en az 15 yıl onun şarkılarıyla, türküleriyle oturup kalktı. Hangi görüşten, hangi kimlikten olursa olsun, herkesin ruhunda bir yerlere değmeyi başardı. Herkes onda kendinden bir parça, kendi uğradığı haksızlığa bir isyan, adaletsizliğe bir başkaldırı buldu. 

“Aşağılık pazarlıkların/adı anılmayacak benle/Bir çiçeğim halk ormanında/Fışkırdım, başkaldırıyorum” dedi Ahmet Kaya, dediği gibi de davrandı. Şarkılarını her kesimden milyonlar söyledi. 12 Eylül karanlığında umut oldu Ahmet Kaya, ölümüne uzanan süreç ise umutların giderek tükendiği bir zaman dilimine denk düştü. Ölümünden bu yana geçen 20 yılı ise bilmem anlatmaya gerek var mı?

Ahmet Kaya’nın şarkılarında buluşup kucaklaşmış, hâlâ da kucaklaşan milyonlar Kılıçdaroğlu’nun çağrısının toplumda bir karşılığı olduğunu gösteriyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları