Türkiye bir süre öncesine kadar umudu bekleyenlerin ülkesiydi. Umudun gittikçe azaldığı bir ülkeydi. Çaresizliğin arttığı, beklentinin azaldığı mutsuz bir ülkeydi.
Umudun bize gelmeyeceğini, umudu yaratmamız gerektiğini bize gösteren ise adalet arayışındaki gençlik oldu.
Onları beğenmeyenler, eleştirenler, birtakım “yüksek” mevkilere layık görmeyenler ise suskunluk içinde.
Tüm dünyada genç olmak için hiç de iyi bir zamanda değiliz. Kapitalizmin en verimli dönemleri sona erdi.
Kabaca II. Dünya Savaşı sonundan 2008 mortgage krizine kadar olan dönemde yaşayan, sermaye sahibi olan ve alım gücü sahibi kuşak aslında alınabilecek ne varsa aldı.
Ekonomik anlamda sermaye, mülk sahibi olmak eskisine göre epey zor. Talep artarken arz giderek azalıyor.
GELECEKSİZLİĞE İSYAN
Böyle bir dönemde eğitimini yeni tamamlamış, iş yaşamına adım atmaya hazırlanan bir gencin bir şeyler için motive olması veya bir idealizm geliştirebilmesi epey zor ve çok da beklenmemeli.
Aslında geçmiş kuşaklardan insanların ekranlarda sürekli Z kuşağı yergisinin altında yatan neden de bu. Kendilerindeki “idealist” tavrı görememeleri veya görmek istememeleri.
Bu durumu Türkiye ölçeğinde düşünürken alın üçle, beşle çarpın. Çünkü ülkemizin kaynakları örnek aldığımız pek çok ülkeye göre kısıtlı, kültürel ve yaşamsal olanaklarımız o oranda eksik.
Böyle bir durumda Türk gençliğinin çıkıp alanları doldurup özgürlük, adalet haykırışlarında bulunmasını mantıklı gerekçelerle açıklamak zor.
Çünkü Z kuşağının edindiği en önemli özellik kendilerine dayatılan bu olanaksızlıklar içinde oluşan geleceksizliği kabul etmiş görünmeleriydi.
En azından ülkemizde durum böyle değilmiş. Belki de damarlarındaki asil kanda mevcut olan kudretle ilgilidir. Siz ne dersiniz?