Deniz Yıldırım

İktidarcılık

20 Haziran 2020 Cumartesi

Devlet teorisi gelişkindir, birikimlidir. Siyaset bilimi, devleti geçmişten günümüze doğuşuyla, gelişimiyle, sosyal kökleri ve işlevleriyle farklı merceklerden incelemeyi sürdürecektir. Biz bugün daha sınırlı bir olguya bakalım; hemen hemen tüm anayasa hukuku ya da siyaset bilimi giriş kitaplarında devletin unsurlarından söz edilirken üç boyuta dikkat çekilir: Devlet bir insan topluluğuyla (millet/halk), bir coğrafya, yani toprak boyutuyla (ülke-vatan) ve bunların yanında, zorlama/yaptırım tekeline sahip egemen bir iktidarın varlığıyla birlikte tanımlanır. Biri yoksa devlet de yoktur.

Öyleyse herkes üzerinde zorlama gücüne sahip bir iktidar olmak, devleti olsa olsa diğer iktidar biçimlerinden ayırır; ama tek başına devleti tanımlamaya yetmez. Örneğin anne babanın çocukları üzerinde bir iktidarı vardır. Ahmet’in, Ayşe’nin annesinin, babasının çocuklarına ders çalışmadıkları için oyun oynamayı yasaklamaları sadece Ahmet’i ve Ayşe’yi bağlar; ama siyasal iktidar bu yasağı getirirse bütün çocukları bağlar.

Ancak sadece zorlayıcı iktidar gücü, tek başına devleti tanımlamaya yetmez. İnsan ve ülke unsuru da gerek. Issız bir adaya düştünüz ya da dünyada tek başınıza kaldınız. Bir de aynanız var. Sabahtan akşama kadar aynanın karşısına geçip kendinize hayranlıkla bakabilir, sert bakışlarla emirler yağdırabilirsiniz. Güçlüsünüz, iktidarsınız; ama devlet olmaya yeter mi?

Yetmez. Demek ki devlet sadece iktidar unsurundan oluşmaz.

Hal böyleyken yine de diğer unsurları yok sayıp iktidarla eşitlerseniz, devleti kendinden menkul, insani ilişkilerden bağımsız bir güç olarak görmeye, göstermeye de başlarsınız. Devlete kutsallık atfeden anlayışlar, devleti öncesiz ve sonrasız, ilahi bir kudret olarak, insani ilişki ve ihtiyaçlardan bağımsız gören yaklaşımlar tam da böyle yayılır. Otoriter sağ iktidarlar bunu bilinçli yapar. İbn-i Haldun’dan dem vururlar; ama onun devleti tarihsel, toplumsal koşullarla temellendiren dünyevi anlayışını yok sayarlar.

Öyleyse aydınlanma ve demokrasi mücadelesi, sadece dini sömürenlere, dinle sömürenlere karşı değildir; bizzat devleti insanüstü, insandan bağımsız bir iktidar eleştirilmezliğine kavuşturmak isteyen anlayışlara karşı da bir mücadeledir bu.

Vatan ve insan

Açık ki devleti bu dünyalılaştırma, onun vatan ve insan unsurunu görünür kılmakla; salt kendinden menkul bir iktidar olarak görülmesinin önüne geçmekle mümkündür. Devlet, satıh olarak vatan unsurunu gerektirir. Devleti vatan toprağı unsuruyla daha fazla tanımlarsanız; toprağın üstüne ve altına, ormana, doğaya, tarlaya, parka, bahçeye, dağına, suyuna, satılan fabrikalarına sahip çıkmak göreviyle de karşılaşırsınız. Ülke, vatan sadece hattıyla değil; bütün sathıyla savunulur; madene, imar ve inşaat rantına, santrala, talana feda edilen ormanı, tarım arazisini, börtü böceği ve kuşu korumak da bu kapsama girer. Yönetenlerin bu unsuru dışlayıp devleti iktidarla eşitlemesinin altında, bu görevleri örtmenin, özel çıkarı kamunun önüne koymanın izleri de vardır.

Bir de insan unsuru var dedik; modern çağda millet diyoruz. Devletler insan içindir; o insanların emeğiyle ayaktadır. Vergisiyle, emeğiyle ayakta tutan; canıyla kanıyla bağımsızlığı sağlayıp devleti kuran insandır. Bu yüzden de partisine, görüşüne, yaptığı eleştiriye göre ayrıma tabi tutulamaz. Hakarete, ayrımcılığa maruz bırakılamaz. Yine bu yüzden, devleti oluşturan millet unsuru karpuz gibi ikiye bölünemez, birbirine karşı kutuplaştırılamaz, sınırlı bir bölümü ayrıcalıklardan yararlanırken büyük çoğunluğu ürettiğinden, yarattığından, hak ettiğinden dışlanarak yaşamaya hiç zorlanamaz. Devlet, kamusal çıkar içindir; şahıslar için değil. Bizde sürekli devletten, milletten dem vuran yönetimlerin devlet derken, insan unsurunu böyle dışarıda bırakıp devleti şahsi iktidarla eşitlemeleri bir de bundandır. İnsan unsurunu devletin ayrımsız bileşeni olarak kabul etmek, dışlayan ve kutuplaştıran siyaset tarzlarının inkârını gerektirir çünkü.

İşte tam da bu nedenlerle; devleti sadece iktidar unsuruyla, iktidar olmakla eşitleyen bir anlayış hâkim oldukça, iktidarı kaybetme ve muhalefete düşme fikri de en büyük korkuya dönmekte, iktidarda kalmak için her ideolojik biçime bürünülmekte, iktidar için ilkeler feda edilebilmekte, iktidar için ittifaklar bozulup ittifaklar kurulabilmektedir. Devleti iktidarla eşitlemenin sonuçları bunlar; adına devletçilik değil, iktidarcılık diyorum. Twitter hesaplarına yeşil top koymakla, etik ilkeler icat etmekle, sorunu hep kendisi dışındakilerde görmekle ilgisi yok yani.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları