Council on Foreign Relations’ın kasım ayında açıklanan “ABD, ekonomik güvenlik yarınların teknolojilerinde yarışı kazanmak” raporunun ardından geçen hafta açıklanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS), ABD açısından, Washington mutabakatının (Wall Street-Hazine-IMF) önceliklerini yansıtan neoliberal küreselleşme yaklaşımını terk ettiğini; bu hegemonik blokun yerini teknoloji sermayesinin öncülük ettiği; devletçi, korumacı, faşizan yeni bir hegemonik blokun aldığını ilan ediyor. UGS 2025, salt Amerikan dış politikası açısından değil, kapitalizmin küresel evrimi açısından da tarihsel bir kopuşa işaret ediyor.
Neoliberal dönem, sermayenin engelsiz dolaşımı, işçi haklarından kaynaklanan engellerin tasfiyesi; ticaretin, finansın ve üretimin ulusal sınırları aşarak tek bir dünya pazarı yaratması demekti. Bu dönemde devlet, piyasanın “etkinliğini” engellemeyecek, sermayenin özgürleşmesini güvence altına alacak bir biçim alıyordu; WTO, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bu düzenin bekçiliğini yapıyordu. Çin’in dünya ekonomisine entegrasyonu da bu mimarinin sonucuydu.
UGS 2025, bu dönemin esas olarak kapandığını söylüyor. Neoliberal dönemin “dünya ile entegrasyon” fikrinin yerini; “ekonomik güvenlik”, “teknolojik egemenlik”, “ulusal kapasite inşası” kavramları alıyor. Verimlilik adına üretimi Asya’ya kaydıran anlayış terk ediliyor; yeni strateji, üretimi yeniden ulusal sınırlar içine çekmeyi, tedarik zincirlerini jeopolitik risklerden arındırmayı hedefliyor. Devlet, piyasa rasyonalitesini bir kenara bırakarak yeniden kapitalist üretimin baş mimarı konumuna yükseliyor. İşçi haklarını baskılama eğilimi korunuyor.
Bu dönüşümün en kritik boyutu sermaye fraksiyonları arasındaki değişimdir. Neoliberal dönemin serbest dolaşım ve özelleştirme politikaları finans sermayesinin gereksinimlerini karşılarken bugün hegemonya merkezine dijital altyapıları, veri akışlarını ve yapay zekâ ekosistemlerini kontrol eden “teknoloji sermayesi” yerleşiyor. Bu fraksiyon, yalnızca ekonomik bir güç değil, devletin izleme ve disiplin sisteminin de önemli bir aracıdır. Yeni UGS’de yapay zekâ, biyoteknoloji ve siber kapasitenin ulusal güvenliğin temel direkleri sayılması tesadüf değildir.
Devlet ile teknoloji sermayesi arasında tam bir simbiyoz ilişki kuruluyor: Pentagon ve CIA altyapıları Silikon Vadisi’nin bulut sistemlerine yaslanırken Silikon Vadisi de Çin’le rekabetin en kritik kavşağında ulusal çıkarın ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanıyor. Bu bakış açısıyla Çin, artık “komünist” olduğu için değil; yapay zekâ ve çip üretimi gibi alanlarda rakip bir teknoloji devleti olduğu için tehdit sayılıyor. Bu durum, klasik jeopolitiğin ötesinde, teknoloji sermayesinin dünya ölçeğindeki hegemonya mücadelesinin ABD güvenlik doktrinini yeniden şekillendirmesi olarak görülebilir.
Teknoloji sermayesinin elindeki gözetim, veri denetimi, davranış manipülasyonu araçları, siyasal iktidarın elinde olağanüstü bir toplumsal disiplin mekanizmasına dönüşüyor. UGS’nin kültürel “yeniden doğuş”, “kültürel bütünlük” gibi göçmen karşıtlığı perspektifleri dış ve iç düşman söylemiyle birleşerek bir faşizm dinamiğini (süreç olarak faşizmi) hızlandırıyor. Ancak bu, klasik faşizmden çok daha derin, teknolojik olarak güçlü bir yönelimdir. Hedef, görünmez gözetim ağları üzerinden işleyen yeni bir disiplin biçimidir.
Gerçi ABD’de ICE (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi) daha şimdiden Gestapo’yu andırıyor. Sonuç olarak neoliberal dönemin bireysel özgürlük, çok kültürlülük söyleminin yerini, “güvenlik” ve “egemenlik” adına daralan bir yurttaşlık alanı alıyor. Devlet ve teknoloji sermayesi arasındaki bu simbiyoz, hem ekonomik hem ideolojik düzeyde yeni bir yönetim rasyonalitesi yaratıyor. UGS 2025, neoliberal düzenin çöküşünü, teknoloji sermayesinin yeni hegemonik sınıf olarak yükselişini tescilliyor.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.