Sevgili İlhan Selçuk 2004’te bir dergi kataloğu armağan etmişti. Değerli ressamımız Bilge Alkor’un kargalarıyla böyle tanıştım. Daha sonra tanışıklık, “Meleklerin ve Şeytanların Aynası” (2011) ile derinleşti. Uzunca bir süredir başucumda duran, dönüp dönüp baktığım, sonra “Belki bir gün” diyerek tekrar kenara koyduğum “Faust”, Alkor’un imge dünyasıyla farklı bir boyuta taşınmıştı.
“Faust” maceramın önemli noktalarından birinde de Eugenio Barba var. 1995 yılında değerli sanatçılarımız Beklan ve Ayla Algan’ın İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları bünyesinde kurduğu TAL’ın (Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı) davetlisi olarak bir work-shop yapmak üzere İstanbul’a gelmişti. Avrupa yıllarımdan tanıdığım Barba’nın Julia Varley ile birlikte yaptığı çalışmaya ben de katılmıştım. Sonra Beklan, Ayla, Eugenio ve Julia ile birlikte Çiçek Bar’da oturup sohbet ettik. Beklan o sırada TAL’da “Faust”u çalışıyordu. Uzun prova döneminden henüz bir sonuç çıkmamıştı, memnun değildi. Eugenio nedenini sorduğunda, “Mefisto’m yok” yanıtını verdi. Eugenio ise beni göstererek “Nasıl yok? İşte yanında oturuyor!” dedi. Mefisto’nun bir kadın oyuncu tarafından oynanabileceği fikri o gün düştü aklıma.
‘BAŞLANGIÇTA EYLEM VARDI!’
2017’de ise Johann Wolfgang von Goethe’nin Frankfurt’taki evini gezdim. O yolculuktan sonra Cumhuriyet’te çıkan yazımda şöyle demişim: “Frankfurt’ta bir sokak arasında karşıma çıkıveren ‘Goethe Evi’ni gezdiğimden beri zihnim sürekli, ‘Başlangıçta eylem vardı’ repliğini (‘Faust’) yazan dahi ile meşgul.” Goethe’nin doğduğu, çocukluğunu ve ilk gençliğini yaşadığı, Leipzig’deki üniversite eğitimi sırasında hastalanınca tekrar döndüğü, gidip gidip geldiği o dört katlı burjuva konağı da silinmez izler bıraktı üzerimde. Duvarlarda romantik dönem tabloları, babasının zengin kütüphanesi, Goethe’nin kukla tiyatrosu oynattığı büyük sahne maketi, çalışma odası, “Genç Werther’in Acıları”nın ve “Faust”un ilk taslağının kaleme alındığı, mürekkep lekeleri içindeki çalışma masası...
Zaten o tarihten sonra “Faust” projesi zihnimden hiç çıkmadı, deyim yerindeyse peşimi hiç bırakmadı. Yazarın neredeyse bir ömür boyunca üzerinde çalıştığı bu metin, onun yaşamından, kişisel tarihinin kırılma noktalarından derin izler taşıdığı gibi, düşünsel ve sanatsal dönüşüm süreçlerini de yansıtıyor. Rönesans ile modern çağ arasındaki geçiş dönemini kişiliğinde ve ürünlerinde cisimleştiren büyük bir sanatçı Goethe. Buna eklenen sezgisi ve öngörüsü ise geçiş çağı aydınının ikilemlerini, hatta kendi çelişkilerini aşarak onu geleceğe taşıyan dizeler, yapıtlar kaleme almasını sağlamış. “Faust” bu mirasın kuşkusuz en değerli parçası.
FAUST KÜÇÜK TİYATRO’DA
Alman ve dünya edebiyatının doruklarından Goethe’nin altmış yıl boyunca üzerinde çalıştığı ve “Faust II” diye bilinen ikinci kısmı ancak yazarın ölümünden sonra yayımlanabilen bu dev eserini sonunda, hem de sanat yaşamımın altmışıncı yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koyma olanağını buldum. Yaşam döngülerden oluşuyorsa bir döngü daha tamamlanmak üzere kişisel tarihim açısından. Zehra Aksu Yılmazer’in tam metin çevirisinden (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2024) Ali Berktay’ın uyarladığı “Faust” 9 Aralık’ta Küçük Tiyatro’da prömiyer yapacak.
Küçük Tiyatro, Ankara’nın Cumhuriyet dönemi tarihi yapılarından Evkaf Apartmanı’nda (Oda Tiyatrosu, Genel Müdürlük ve Ankara Müdürlüğü ile birlikte) bulunuyor. Mimar Kemalettin Bey’in bu yapının içine bir tiyatro sahnesi tasarlayıp yerleştirmesi ise (günümüzün Küçük Tiyatro’su) dönemin ruhunu, sanata verilen önemi ve değeri yansıtması açısından önemli bir örnek. Üstelik modern Türk tiyatrosunun kurucusu, benim de içinde olduğum pek çok kuşağın hocası Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatroları’nın kuruluş sürecinde hem ikamet edip hem çalıştığı mekân da burası. Koridorlarında koca bir tarih anılarla, isimlerle, repliklerle birlikte uçuşuyor. Goethe ile, Faust ile, Mefisto ile buluşmayı bekliyorlar