Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Model Tükenir, Dengeler Değişirken
2007 yazında, 1930’lar dönemine atıfla, “Bu kriz o kriz mi” diye sormuş, cevaplayabilmek için kendimize iki ölçüt koymuştuk: Egemen ekonomi yönetim modeli (neoliberalizm) iflas etmeli, uluslararası güç dengesi değişmeye başlamalı.
ABD liderliğinde aşınma hızlanıyor
“Mali kriz” geçen hafta, ne yazık ki bu iki ölçütü temsil eden eğilimlerin kesiştiği bir aşamaya ulaştı.
Bakın, muhafazakâr çevrelerde popüler tarihçi Prof. Niall Ferguson (Oxford, Harvard) geçen hafta Washington Post’ta gelinen noktayı nasıl betimliyordu: “Neoconlar boylarının ölçüsünü Irak’ta, neoliberaller de bu ay ülkenin en büyük ipotek kurumu ve en büyük sigorta şirketinin devletleştirilmesiyle aldılar”; sonra da soruyordu: “Politika paradigmalarının değişmeye başladığı kesin. Acaba küresel güçler dengesi de değişiyor mu?” (21/09)
Wall Street Journal da, geçen hafta uluslararası planda yoğunlaşan tartışmalardan hareketle, Ferguson’un bu sorusuna adeta olumlu bir cevap veriyordu. “ABD mali sektöründeki kargaşa, başka ülkelerin ABD ekonomik liderliğini sorgulayan görevlilerine ek malzeme sağlayarak dünya çapında sürmekte olan siyasi tartışmaları derin bir biçimde etkiledi.” (25/09)
Council On Foreign Relations analistlerinden Charles Krupchan’a göre, “bu mali kriz, Irak ve Afganistan’daki sorunlarla birleşince, ABD’nin yumuşak ve sert gücü, liderliğine duyulan saygı üzerinde olumsuz bir etki yapacak” (Jim Lobe, The Asia Times 26/09). Jim Lobe, ABD’nin en üst düzey istihbarat yetkilisi Thomas Fingar’ın, iki hafta önce diğer istihbarat görevlilerine, “Bundan böyle Washington’ın liderliği, siyasi, ekonomik ve hatta kültürel alanlarda giderek daha büyük bir hızla aşınacak” dediğini de aktarıyor.
Geçen hafta BM’de
Gerçekten de, Wall Street Journal yazarlarının vurguladığı gibi, ABD’ye yönelik eleştiriler hızla artıyor. Örneğin, geçen hafta Birleşmiş Milletler’de Nikaragua Devlet Başkanı, Miguel D’Escoto başkanlığında yapılan açılış oturumu, adeta ABD’yi eleştirme platformuna dönüşmüş. Oturumda Brezilya Devlet Başkanı Lula “Spekülatörlerin coşkusu yerini halkların sıkıntılarına bıraktı” diyerek “piyasa köktenciliğini mahkûm ederken”, Miguel D’Escoto, “güçlülerin ihtirasının, aptallığının ve umarsızlığının faturasını her zaman yoksulların ödediğine” dikkat çekmiş. Filipinler Devlet Başkanı Arroya, “dünyayı kasıp kavuran, ABD kaynaklı korkutucu bir mali tsunamiden” söz etmiş, Arjantin Devlet Başkanı Kirchner, bir zamanlar “Latin Amerika ülkelerine ‘piyasa tüm sorunları halleder diyenlerin’ (şimdi sıra-EY) kendilerine gelince tarihin en büyük devlet müdahalesini devreye soktuklarına” dikkat çekmiş. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy de, “Krizden kimin sorumlu olduğunu bilmediklerini söylüyorlar. Ne güzel! İşler iyi giderken ikramiyeleri kimin alacağını biliyorlardı ama” diyerek sitem ediyormuş (Le Monde, 25/09). Sarkozy’ye göre, “bankalar spekülatörleri değil gerçek üretimi ve tüketimi finanse etmeli”.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon da mali krizin tüm çalışmalarını tehdit ettiğinden yakınarak küresel çapta bir liderliğin gerekli olduğunu vurgulamış. Bush da “Elimizden geleni yapıyoruz” demiş. Ancak, Afrika Birliği Dönem Başkanı Tanzanya Devlet Başkanı Jakaya Kikwete’nin “uluslararası topluluğun aktörlerinin bir an önce BM önderliğinde harekete geçmesi gerektiğine” ilişkin çağrısından, Lula’nın uluslararası kurumlara yaptığı vurgudan, Sarkozy’nin Sekizler Grubu’nun, Çin, Hindistan, Güney Afrika, Meksika ve Brezilya’yı da kapsayacak biçimde genişletilmesine ilişkin önerisinden, kastedilen liderliğin ABD olmadığı anlaşılıyor.
Model sorunu ve diğer emareler
New American Foundation’dan Michael Lind de “Tarihte modeller çok önemli” dedikten sonra ekliyor: “Bu (kriz-EY), yıllardır dayattığımız Anglo- Amerikan modelinin saygınlığını zedeledi… Halklar Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, başka yerlerde, ‘Amerikalılar serbest piyasa vaaz ediyorlardı. Bakın bu onlara ne getirdi? Belki de başka bir model denemek gerekir’ diye düşünüyorlar” … “geleceğin seçeneği Çin modeli olabilir… Yumuşak güç rekabeti açısından ciddi bir darbe aldık” (The Asia Times).
Lind haklı. Örneğin, Almanya ve Fransa’nın bu rekabette öne geçmeye çalıştıklarını görüyoruz. Almanya Şansölyesi Merkel, Müncher Merkur gazetesine, “Ben mali piyasaların umursamaz tavrını eleştirmiştim, ne yazık ki beni dinlemek istemediler” diyerek ABD ve İngiliz yönetimlerini eleştiriyor. Maliye Bakanı Peter Steinbrück de Alman parlamentosunda yaptığı konuşmada “ABD küresel mali piyasalarda süper güç statüsünü kaybedecek” demiş. Sarkozy, Ellie Wiesel Vakfı’nda yaptığı konuşmada “sorumluların yakalanıp cezalandırılmasını” istemiş (Aktaran WSWS, 26/09).
Geçen haftaki konuşmalarında, Merkel ve Sarkozy mali piyasaların düzenlemesinin, ulusal ekonominin ve halkın korunmasının gereğini vurgularken sosyal demokrat milletvekili Ms Heuer de “kriz piyasaların düzenlenmesinin, sorumlu birisinin gözetiminde olmasının gerekli olduğunu ortaya koymuştu” (WSJ age) derken, neoliberalizme, ABD liderliğine alternatif bir başka model öneriyorlardı.
Sarkozy de geçen hafta Toulon’da yaptığı konuşmasında benzer bir tavırla “piyasaların tehdidi karşısında devleti rehabilite etmeye kararlı olduğunu” gösteriyor; “Fransızların tasarruflarının garanti altında olduğunu” vurguluyor, “Fransızlar korkuyorlar. Devlet bugünler içindir. Devletle piyasa arasında yeni bir denge kurmak gerekir” diyordu (Le Monde, 26/09).
ABD modeline karşı güvensizlik, AB liderliğiyle de sınırlı değil. Çin’de Şanghay İşletme Üniversitesi’nden liberal eğilimli Prof. Zu Ziaonian da “Devlet müdahalesine karşı bir sav ileri sürmek artık çok zorlaştı… Genel kanı Amerikan modelinin çökmekte olduğuna ilişkin” diyor. Güney Kore’de özelleştirme süreci duruyor, meclise ekonomiye müdahaleye yönelik 11 yeni yasa taslağı geliyor. (WSJ)
Tüm bu gelişmelerin, ABD’nin en yakın müttefikleri arasında, örneğin Japon iş çevrelerinde de, Mizuhu yatırım şirketinden Tetsua Ishihara’nın deyişiyle “bir güven sorunu yarattığı görülüyor”. Ishihara, “Güven kaybı bir saniyede gerçekleşebilir ama geri gelmesi çok uzun zaman alır diyor”(Der Spiegel, 25/09).
Bu ortamda ABD’nin siyasi saygınlığı, hem Gürcistan krizinde Rusya, hem de Afganistan sınırında üzerine ateş açan Pakistan ordusu karşısındaki iktidarsızlığının etkisiyle daha da geriliyor. Buna karşılık Çin’in saygınlığının, dünya klasmanında ilk dörde giren üç bankasıyla (AFP 30/05), olimpiyatlar, uzayda yürüyüş başarısıyla, “dolara bağlı olmayan bir mali sistem gerekiyor” (Reuters, 17/09), saptamalarıyla, dünyanın geri kalanına uygun, ulusal egemenliklere saygılı yönetişim önerileriyle artmaya devam ettiği görülüyor. Rusya donanması, ABD’nin nefret nesnesi Venezüella’nın sularında dolaşırken Sarkozy’nin BM’deki konuşmasında, G8’i genişletmeye ek olarak Rusya ile AB arasında bir “ortak ekonomik bölge” oluşturma önerisi de, ABD’nin uluslararası gücünün gerilemeye, Latin Amerika’dan Afrika’ya, Rusya ve Çin’in etkileri arttıkça uluslararası dengelerin ABD aleyhine bozulmaya devam ettiğinin bir başka göstergesi.
Özetle, krizin, küresel düzeyde hem ekonomi yönetimi hem de jeopolitik dengeler açısından çok tehlikeli bir döneme girdiği söylenebilir.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev