Erinç Yeldan

Koronavirüs eşitsizlik üzerinden besleniyor

08 Nisan 2020 Çarşamba

Koronavirüsün dünya ekonomisine ve toplumsal düzenine olan etkileri kuşkusuz ki büyük farklılıklar gösteriyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler topluluğu açısından ulaşılan sonuçların ortak noktaları çok: Koronavirüs krizi gelişmekte olan ülkelerin yapısal işsizlik ve teknoloji açıkları, yüksek borç yükleri ve finans piyasalarındaki spekülatif kaynaklı dış kırılganlıkları ile birleştiğinde, alınabilecek tedbirlerin etkinliğini de kısıtlamakta.

Gelişmekte olan ülkeler hükümetleri bir yanda yurtiçinde çöken gelir ve talep kıskacını göğüslemeye çalışırken, bir yandan da döviz açıklarını göğüslemek zorundalar. Virüs krizi 2018 sonunda dış borçlarının milli gelire oranı yüzde 193’e ulaşan söz konusu ülkeleri çok yüksek dış borç yükü altındayken vurmuş durumda. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, 2008 krizi döneminde gelişmekte olan ülkelerde dış borç oranı yüzde 105 civarında idi. Söz konusu dış borçları çevirmenin güçlüğü bir yana, gelişmekte olan ülkelerde sadece kamu sektörüne ait dış borç ödeme yükümlülükleri, UNCTAD verilerine göre, 2020’de 1.62, 2021’de ise 1.08 trilyon dolar olmak üzere iki yıllık 2.7 trilyona ulaşıyor.  

UNCTAD’ın koronavirüs krizi üzerine geçen hafta paylaştığı ek raporlar, 2008/09 krizi sonrasıyla karşılaştırıldığında küresel ekonominin içinde bulunduğu koşulların dünyanın yoksul ve orta gelirli ekonomileri açısından son derece olumsuz olduğunu vurguluyor. Her şeyden önce 2009 dünyasına görece günümüzün dünya ticaret akımları tehlikeli biçimde tahrip edilmiş durumda; UNCTAD, küresel emtia fiyatlarındaki gerilemeyle birlikte 2020’de bu ülkelerin ihracat gelirlerinde 800 milyar dolarlık bir kayıp beklemekte. İhracat kaybına ek olarak, bu ülkelerden çıkarak kendisine güvenli liman arayışı içinde olan portföy finans sermaye (sıcak para) akımları sadece şubat ve mart aylarında 59 milyar dolarlık bir döviz kaybı anlamına gelmekte. 2009 sonrası ile karşılaştırıldığında, söz konusu sermaye kaçışı iki misli bir kayıp anlamına gelmekte (26.7 milyar dolar).

Küresel koronavirüs krizinde cinsiyet ayrımcılığı

Koronavirüs krizinin bir de her bir ülke içerisinde tetiklemekte olduğu toplumsal cinsiyet boyutu var. Kriz dönemlerinin hemen her defasında öncelikle kadın emekçileri daha şiddetli etkilediği biliniyor. Hemen her ülkede kadın emekçiler, erkek nüfusa oranla daha yoğun olarak yarı-zamanlı ya da ücretsiz aile işçiliği biçiminde işgücü piyasasında yer almakta. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verileri, dünya ortalaması olarak yarı-zamanlı işgücü piyasalarında kadın emekçilerin payını yüzde 57 olarak veriyor. Yarı-zamanlı ve enformel (esnek) işgücü biçimlerinin doğal yansıması olarak, kadınlar çoğunlukla sosyal güvencesiz ve düzensiz çalışma koşullarında çalışıyorlar. Enformel kadın emeği Latin Amerika’da yüzde 54’e, Sahra-altı Afrika’da yüzde 74’e, Güney Asya ülkelerinde ise yüzde 80’e ulaşıyor.

Bütün bu güvencesizliklere ek olarak, karantina ve sosyal izolasyon koşullarında hanehalkının bakımı ve aile ekonomisinin idaresinin çoğunlukla kadınların sorumluluğu olarak görüldüğü düşünülürse, kadın emekçilere yüklenen sosyal sorumluluğun boyutları katlanarak artıyor.

Diğer yanda, gelişmiş ülkelerde, bir insanlık dramasına dönüşen mülteci akımlarının sağladığı ucuz ve güvencesiz göçmen emekçi yığınları olmasaydı, başta çöp ve temizlik, marketlerde kasiyerlik, hastanelerde dezenfeksiyon ve benzeri “kirli” ve “vasıfsız” hizmet işleri nasıl sağlanacaktı?

Koronavirüs krizi her anlamda eşitsizlik üzerinden besleniyor...




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları