Dil Bayramı’nda anılar

30 Eylül 2020 Çarşamba

Değerli aydınımız Adnan Binyazar’ın Cumhuriyet’teki “Ayna” köşesinde “Dil Bayramı” yazısını okuyorum. Özentisiz, duru, abartısız, net, özlediğimiz bir Türkçe. 

Şöyle başlıyor yazısına: “Kaşgarlı Mahmut’un hazırladığı ilk sözlüğümüz Divan-ı Lügat-ı Türk’te dil, erdemin başı sayılır. Erdem ahlaktır, bilgeliktir, dürüstlüktür. Ondan 9 yüzyıl sonra dilin nasıl bir erdem olduğunun tanımını Atatürk yapıyor: ‘...Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin...’ Sonra da 1982’de yapılan bir şûra toplantısına değiniyor.

Bu yazı beni 1978 tarihli “Türk Dil Kurumu Radyo Televizyon Dil Ödülü”mün anılarına götürdü. İstanbul Radyosu’nda açıklamalı müzik programları yaptığım dönemdi. Bir gün Cahit Külebi’den aldığım mektupla havalara uçtum: Radyo ve Televizyon dalında o yılın ödülü bana değer bulunmuştu! Daha önce de Halide Edib Ödülü, Yeni Dergi Eleştiri Ödülü gibi yaşamımda köşebaşı olmuş ödüllerim vardı. Evet, Yeni Dergi ödülümde nasıl Memet Fuat imzalı duyurunun heyecanını yaşadımsa, bu kez de Cahit Külebi imzalı mektubun mutluluğunu yaşıyordum. Sonra da Ankara’ya gidip değerli kişilerin arasında ödülümü aldım: Necati Tosuner Sancı Sancı kitabı, Muzaffer İzgü Donumdaki Para kitabı, Çetin Altan Bir Yumak İnsan kitabı, İsmail Uyaroğlu: Çocuk ve Şiir incelemesi ve Evin İlyasoğlu Çağdaş Müzikte Folklor dizisiyle Radyo - Televizyon Dil Ödülü’ne değer bulunmuştuk.

Uruk yasak sözcük 

O yazarlarla birlikte bu ödül için TDK salonunda bulunmanın mutluluğunu hiç unutmadım. Ancak, sahneye çıktığımda ne konuşacağımı bilmiyordum. Her bir yazar çıkıp siyasete dokunduran cümleler kuruyordu. Hele benden önce Çetin Altan’ın yaptığı konuşma öyle alkış aldı ki mikrofona geldiğimde bu küçük kız da nereden çıktı, gibilerden baktılar. Ben de bir mesaj vermeliydim: Müzik yazarı ve radyoda müzik programcısı olarak Türkçede “Müzik terimleri sözlüğü” hazırlanmasını öneren bir konuşma yaptım. En azından konser programlarındaki ve radyolardaki dinletilerde Andante’nin “ağır tempo” olduğunu öğrenirdik. Ne yazık ki bu dileğim hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmedi.

Ama bakın ne oldu: O sıralardaki öz Türkçeden tedirgin olan büyüklerimiz benim her radyo programımı denetlemeye başladılar. Herkesinki denetimden ufak tefek uyarılarla geçiyordu. Ancak benimkinde mutlaka “uygunsuz” kelimeler arayıp buluyorlar, hatta son dakikada yayını bile durdurabiliyorlardı. Denetçiler bir arkadaşımızın da bu denetimler sırasında “uruk” diye bir sözcük kullandığını sanıp, “uruk yasak” diyerek programın yayınını durdurmuşlardı. Aslında öyle bir sözcük yoktu. Eski daktilolarda bant aşındı mı yer yer silik vuruşlar olabilirdi. “f” harfi yarım çıkınca “r” gibi görünmüştü. Meğerse o sözcük “ufuk” olmalıymış. Uzun yıllar denetçilerle aramızda denge bulmaya çalışarak yazdık programlarımızı. 

Bugün olsa, o denetçiler medyadaki “bulaş” gibi yeni yaratılmış nice sözcüğe takılırlar mıydı acaba? En üst düzey yöneticilerden duyduğumuz “bulaş”, ne yazık ki yaşamımızın bir parçası oldu.

Sayın Adnan Binyazar’a tekrar teşekkürler. Atatürk’ün kurduğu TDK’nin Dil Bayramı’nı anlattığı için bugün bizi yönetenlerin ille de Arapça-Farsça kullanacağım diye, yanlış vurgularla, yanlış anlamlarla Osmanlıcaya dönüş ısrarlarına değindiği için.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eski bayramlar 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları