Özkök manşeti neden beğenmedi?

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Şili’de General Pinochet darbe yapıyor; Moneda sarayı kuşatılmış. 11 Eylül 1973.
12 Mart darbecilerinin duvar ilanlarıyla aradığı bir grup arkadaş gizlendiğimiz yerde sesini kıstığımız radyodan haberleri dinliyoruz. Başkan Allende konuşuyor. Teslim olmayacağını açıklıyor. Kendisini terk etmeye yanaşmayan bir avuç arkadaşı ile saldırıya geçen faşist Pinochet’in askerlerine karşı koyuyor. O sırada Türkiye’de de darbenin fırtınası sürüyor. Darbenin sivil şakşakçıları görev başında. 12 Mart darbesi, aydınları, işçileri, gençleri hapishanelere dolduruyor. Şili’de devrimin sesi Victor Jara’nın bir daha gitar çalamasın diye parmaklarını kırıyorlar asker dipçiğiyle. Sonra öldürüyorlar. Türkiye’de darbenin nefesi tükeniyor yavaş yavaş. Komünistler, sosyalistler, ilericiler bayraklarını yeniden açıyorlar. Sendikacılar yeniden masaya çağırıyor patron sendikalarını. Siyasette ise kasketli Ecevit zamanıdır. Dağ taş “Karaoğlan geliyor” sloganıyla doludur.

***

Ama generaller durumdan hoşnut değildirler. 24 Ocak kararları ile siyaset darbeciliğin ekonomi politiğine teslim oluyor. Yarım bıraktıkları işi tamamlamaya pek hevesli generaller, istihbarat teşkilatları, derin devlet elemanları denemeyi devrimcilerin, aydınların üzerinde yapıyorlar. Sokaklar, meydanlar aydınların, gençlerin cesetleriyle doluyor. Evren ve arkadaşları, 12 Eylül sabaha karşı tankları salıyorlar. Sokaktaki terör şıp diye duruyor.

***

Ecevit ise 12 Eylül’de yeni bir arayış içine girecektir; dergisinin de adıydı Arayış. Darbe koşullarında çıkan Arayış kadrosunda genç bir akademisyen var; daha sonra yolunda hızla ilerleyecek, Hürriyet’in Yayın Yönetmeni olacaktır. Yazılar yazıyor. Korkuyor aslında. Korksa da korkuyu yenmenin mutluluğu içinde olmalı. Zaman geçiyor; zaman geçince zamanın ruhu da değişiyor, Arayış dergisinde yazılar yazan gazeteci darbeyi seviyor artık. Arayış’ı da kapatıyor zaten generaller.

***

Gazeteci yıllar sonra şöyle yazacaktır: “12 Eylül sabahı ilk duygum şuydu: ‘Oh... Allah’ım, hayatımız kurtuldu...’ İki dakika sonra kendimi şöyle konuşurken buldum: ‘Sen solcu ve demokrat bir insansın. Askeri darbe için nasıl böyle bir şey düşünebilirsin!..’ İki dakika sonra içimdeki ses yine hâkim oldu: ‘Ailem, arkadaşlarım, ülkem kurtuldu...’ Evet... En samimi hissiyatım buydu...” Samimi olduğu kesindir. Ailesi de kurtulmuş olabilir, ama yanılıyor; arkadaşları ve ülkesi kurtulmamıştı.

***

Darbenin terörü, işkencesi, idamları genç, yaşlı, çocuk demeden çalışıyordu. Kayıpların tam sayısını hâlâ kimse bilmiyor. 12 Mart’ın üç fidanının yanına gönderilen 17 yaşındaki devrimciyi, Erdal Eren’i kimse unutmuyor. Ve şimdi biz yine bir karanlığın içindeyken, o darbenin anayasasıyla, barajıyla, yasalarıyla boğuşur, artan cinayetlere karşı ışığı yeniden bulmaya çabalarken, ömrünü askeri hastanede tamamlayan diktatör öldü. Bizim gazeteci de hemen telefonunu tuşladı; “Diktatörün ölümü” manşetiyle çıkan Cumhuriyet’in Yayın Yönetmeni’ne bir mesaj çekti.

***

Manşeti beğenmemişti. Haklıdır. Korkularını sona erdiren darbenin liderine duyduğu sempati zedelendi çünkü. Sanıyor ki manşette yalnızca darbeciye duyulan öfke var. Hayır. O manşet bir tarihin özetidir. Aslında bizim gazetecinin kısa kişisel tarihinin de özetidir. Yalnızca görmek istediklerini gören, sokaktaki terörden duyduğu korkuyla “kurtulduk” diye sevinen, hapishanelere, hücrelere taşınan terörü unutup gönlünce yaşayan “dandy”nin hayatının özeti.
Kendi “dandyk” tarihinde bir kırık olsun istemiyor. Haklı; ona göre değil bizim manşet.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları