Vizyonda Görünen Ne?

13 Temmuz 2014 Pazar

Başbakan’ın nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını anlattığı uzun konuşmasında ve “Vizyon Belgesi”nde, kimi anlı şanlı yazarlar satır arasında büyük bir “devrimcilik” görmüş olsalar da, yeni bir şey yoktur.
Yeni olan “12 yıldır iktidardayım ve daha on yıl iktidarımı sürdüreceğim” inadıdır. Dokununca yıkılacak hale geldiği anlaşılan ve yıkılan kadim devletin otoriter karakterde yenilenişinin ortasında olduklarını, sona eren irili ufaklı ortaklıkları, iç tasfiyeyi ve işi nasıl tamama erdireceklerini anlatıyorlar aslında.
Dış politikadaki dökülüş bu belgede “öncü devlet” olarak tersine çevrilmiş durumdadır. Ekonomideki klasik teori ve pratiğin anlamakta ve anlatmakta zorlandığı perişanlık büyük bir başarı hikâyesine dönüşmüş durumdadır. Devletin yeniden şekillenmesi ise otoritenin yasallaşması olarak bizim onayımızı beklediğini ve bu onayın bir şekilde elde edileceğini söylüyor yalnızca. Onayın öyle ya da böyle elde edileceği yürütülen kampanyanın “üstünlerin janjanlı kampanyası” olarak sürdürülmesinden, hukuk, eşitlik, ahlak, yasallık gibi genel kuralların bir yana bırakılmasından bellidir.
Kısaca söylenen şudur: “Millet ümmettir. Devlet ise, eh artık bunca çabadan sonra müsaadenizle benimdir ve benden ibarettir.”

***

“Ben yaptım oldu” tezinin toplumun önde gelenleri, “kanaat önderleri” ve kurumlar tarafından bu kadar çabuk kabul edilmesinde, onaylanmasında şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü bu onayı verenler devletin kişiye özel bir hal alması durumunda kendilerinin de kişiye özel durumlar yaratabileceklerine, kendi küçük alanlarında istedikleri gibi hüküm sürebileceklerine, yasaları geniş ve kişiye özel bir şekilde, mafyatik bir anlayışla yorumlayabileceklerine inanıyorlar. Yukarıdan bir itiraz, onun alanına girilmedikçe, paylaşma kuralları ihlal edilmedikçe gelmeyecektir. Burada temel kural tıpkı onun gibi yetkili ama sorumsuz olmaktır. Onaylanan torbalar bu olanağı alabildiğine genişletmiş bulunuyor.
Yeni dönemin ilkesi öyle anlaşılıyor ki “her şeyi yapabilirsin ve sana hesap sorulmayacak” olsun isteniyor. Kolay gibi görünüyor. Zordur aslında sorumsuz bir devletli olmak.

***

Yasaları zorlayanlar yalnızca kendi kurucu yasalarını yapabilir ve topluma kabul ettirebilirlerse yani devrim ya da karşıdevrimi gerçekleştirebilirlerse toplumsal bir değişimi geleceğe ya da geçmişe doğru uzatabilirler. Bunun geçen yüzyıldaki ilginç bir örneği İran’da Humeyni rejiminin kuruluşudur.
Kalıcı olamamış, iktidarını zorbalık üzerine kurmuş Pehlevi hanedanının kolayca yıkılması, Humeyni’nin toplumsal ayaklanmanın üzerine basarak, ortaklarını tasfiye ederek devrimi sahiplenmesi böyle bir altüst oluşun hâlâ süren hikâyesidir.
Erdoğan ise aynı türden bir “devrimi” zamana yayarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Ama zamana yayılan her “devrim” gibi çürüyor. Tüm benzerleri gibi toplumu geriye götürme projesi ya da isterseniz vizyonu tökezliyor.
Çok şaşaalı törenlere duyulan ihtiyaç bu çürümeyi perdelemeye yetmiyor.
Son bir çabayla elde edilecek cumhurbaşkanlığı da bu nedenle “benden sonra tufan” anlayışının, sorumluluktan sıyrılmanın yeri olacaktır.

***

Dış politika ve ekonomi, çürümenin kendini en fazla gösterdiği alanlardır. Yol, köprü ve gökdelenlerle, TOKİ marifetiyle parlatılan ekonomi, gerçek değerlere bakıldığında müflis tüccarın karşılıksız çeklerle etrafı dolandırmaya devam etmesine benziyor. Dış politika ise kaçırılan diplomatlarını teröristlerin imanına havale eden, en önemli bölge ülkelerinde artık büyükelçisi bulunmayan devletin dış politikasıdır.
Vizyon adı üstünde geleceği öngörmeyi gerektirir. Başbakan Erdoğan ise geleceği öngörmüyor, onu yaşıyor ve tüketiyor.
Ve Türkiye her geçen gün biraz daha Hamlet’in Danimarka’sına benziyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları