Yetim Kaldınız Ey Çevreciler

18 Ekim 2013 Cuma
Derin koyu siyah bir sessizlik indi önce.
Işık kayboldu. Sonra yavaşça beliren alaca
karanlıkta Oktay’ın gür sesini duydum.
Sonra yine karanlık. Anlatabileceğimi
sanmıyorum. Denemem bile tuhaf olur. Salı
buluşmalarında hikâyelerinden bir yenisini
söylemek için, sözün sonunu bulamayanları
nasıl sabırla beklediğini biliyorum. O derin
ağrısını nasıl gizlediğini de biliyorum.
Yüzüne yansıyan sancının içinde yitip
gittiğini hatırlarken, söylemem gerek ki ey
çevreciler, artık yetim kaldınız. Acelesi vardı
ve sancısının derinlerinde bile defterinin
içindeki randevuları birbiriyle çakıştırmadan
düzenler, tümüne de yetişirdi. Bir son
buluşma varmış, ne bileyim.
***
Yetim kaldınız ey çevreci kardeşler. Belki
de siz çevreciliğin entelektüel boyasının
henüz dışına çıkamadınız; yollara düşen
bu dev adamı pek de iyi tanıyamadınız.
Babanızdı o sizin. Sizin korumak için
çabaladığınız, dertlendiğiniz çevrenin yakın
arkadaşı, dostuydu. O çevreyi anlatırken
çevre onu dinler, köylüler ırmaklarının
kenarına dizilir, yeşil tüm tonlarıyla ortaya
çıkardı. Kitaplarının ağırlığından bel vermiş
kitaplığının önündeki ahşap masasının
üzerinde duran eski telefon, eski bir sesle
çaldığında o birine, bir şeye yetişmek
için masasından doğrulurdu. Yanında
küçücük kaldığım bu dev çevreci ile arada
bir yaşlarımızı karşılaştırdığımızda, sırayı
bozmaması gerektiğini söylerdim. Hiç niyeti
de yoktu çekip gitmeye, ama nasıl oldu
bilmiyorum, pek çoğumuzu atlattı, sırayı
bozdu. Beklemeyi bilemediği için, işte şu
derin siyah sessizliğin içinde kızgınım ona.
***
Hep acelesi olan adam, hep acelesi
olan çevreci, hep acelesi olan mimar, hep
acelesi olan Azeriydi o. Onun Ayhavar’lı
hikâyeleri de bir salı akşamı başladı.
Yaşadığımız günleri anlatır, pek güzel
kullandığı lehçesini gazete sayfasına
taşırken, muzip çizgilerle yüzünde beliren
incecik sevinci de görmüştüm. Çünkü bir
şeyi başarmanın çocuksu sevincinin ne
demek olduğunu bilen büyük adamdı o.
Arada bir salı masasında soluklandığında
anlattığı hikâye de acelesi olanın, çevrenin,
yavaş yavaş kendini yitiren kentin,
İstanbul’un, öteki kentlerin, yitip giden
dünyanın hikâyesiydi zaten. Kentlerin
kimyasını bozanlarla, rant peşinde koşan
para babalarıyla kavgalarında aldığı
yaraları gururla anlatırken, yüzünde
gittikçe derinleşen izleri kim biliyor ki?
O izlerin arkasında yitirdiği dostlarının,
hapistekilerin, zulme uğrayanların isimleri
vardı; hepsini tek tek andığı arkadaşları,
dostları resmedilmişti. Hastane odasında
bunca talana, bunca ihanete rağmen
güzelliğini hâlâ koruyan Boğaz’a bakarken
duyduğu hüznü anlayabiliyorum da, ey
çevreci kardeşler siz de anlayın ki artık,
babanız öldü.
***
Babanız öldü çevreci kardeşler, mimar
arkadaşlar, gökdelenlerle gökyüzleri
delinen kent sakinleri, yetimsiniz artık siz
de biraz benim gibi. Ben sırasını beklemeyi
bilmeyen aceleci arkadaşımı yitirdim. Siz
belki biliyorsunuz, belki daha bilemediniz,
daha bilincine varamadınız ya, babanız
öldü.
Doktorlarının “artık beynini
yormayacaksın” dediğinde kendisinden
olmazı istediklerini bildi Oktay. “Peki, yazıh
beynim niye ganadı; meni bu hallere
tüşürdü? Dohtor dedi ki: ‘İnden bele
(bundan böyle) beynini yormayacan, gafanı
her şeye tahmayacan...’ Men de dedim
ki: ‘Başüste! Emma görek bu ne cür (nasıl)
olacah?’ Bunu fikrederken gördüm ki
odadaki televizyada ‘Balyoz’ davasınnan
söz açıp... hamı deyir ki: ‘Huguk galmadı.’
İndi deyin görüm ay dostlar, men bu
yazıh beynime ne diyim; ‘Senin eyi
olman üçün gerek heç oralı olmayasan,
aldırmayasan’ diyebilmeh golay mı? İşte
bele bir hastalığa yagalanmışam ki ya
beynimi gandıracığam ya da gerçehleri
yoh gabul edecem...” Kandıramadı
beynini Oktay.
Siz de işte böyle yetim kaldınız ey
çevreciler, ey kent düşkünleri...
Farkında mısınız bilmiyorum, babanız
öldü.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları