Işık Kansu
Işık Kansu kansu@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Böyle Başa Böyle Basın

01 Eylül 2014 Pazartesi

İki Kesime Ders

İdama giderken son sözü sorulunca “Bu da bana ders olsun” diyen Temel örneği, Türkiye’de yaşananlar iki ayrı kesime tarihi ders niteliğindedir.
İlk kesim, hep askerden medet ummuş olanlardır. Eski Genelkurmay Başkanı ve 12 Mart faşizminin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın “Bugünkü okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbaşına geçecekler. Biz laik okullara karşı imam hatip okullarını ‘bir alternatif’ olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu okullarda yetiştireceğiz” dediğini umursamayan bu kesim; Pentagoncu generallerin oyunlarına gelmiş, hem ulusal ordunun tasfiye edilmesine, hem de demokratik muhalefetin enerjisinin emilmesine uygun ortamı hazırlamıştır. Varılan nokta, Orgeneral Cevdet Sunay’ın öngörüsünün yaklaşık 40 yıl sonra gerçekleşmesi; Çankaya’ya bir imam hatiplinin taşınması, uygar Cumhuriyet’in yüreğine son süngü darbesinin vurulmasıdır.
Diğer kesim ise, yıllardır AKP’nin değirmenine su taşıyan, Uğur Mumcu’nun deyimiyle “dönek solcular, liboşlar” ve yetmez ama evetçilerdir. Sayelerinde; etnikçilik ve cemaatçilik, özgürlük gibi tanımlanarak toplumun kafası karıştırılmış, sol değerlerin üzerine “kimlik siyaseti” adı altında nur indirilmiştir. Sonuç bellidir:
Türkiye, teokratik bir tek parti ve tek adam devletine dönüştürülürken; bu kesimin alkışladığı Anayasa değişiklikleri ile iğdiş edilmiş savcılık kurumu ve yargı, hukuka aykırılıkları görmezden gelmiş, uyumuştur.
Aymazlıklar karşısında tek sorunun askıda olduğu kesindir:
Yetmedi mi cicim?

Böyle Başa, Böyle Basın
Yasama, yürütme, yargı, tek bir artık, maşallah. Dördüncü güç basının çoğu da iliştirildi, darısı diğerlerinin başına, inşallah.
Bizde basının her iktidar karşısında bu denli yanlılaşmasının kültürel bir kökeni olabilir mi?
Prof. Dr. Asker Kartarı’ya göre var:
Erkeğin kadını, amirin memuru, üstün astı, babanın çocuğu, işverenin işçiyi, güçlünün güçsüzü, varsılın yoksulu, yönetenin yönetileni, öğretmenin öğrenciyi ezdiği, dövdüğü, aşağıladığı, yok saydığı bir kültürde demokrasinin yeşermesi bile mümkün olmaz. Böyle bir kültüre sahip toplumu yöneten siyasal iktidarlar her zaman ailede erkeğin, iş yerinde yönetenin, patronun ya da amirin, gündelik yaşamda parayı ve gücü elinde bulunduranın rollerini üstlenerek ülkeyi yönetir. Siyasal iktidarlar, mevcut düzeni ya da yaşamasını istedikleri düzeni bu rollerin repliklerini tekrarlayıp erklerini kullanarak kurar ve korurlar. Demokrasi, bu oyunu oynamak için kullanılan oyun sahasından başka bir şey değildir. Oyun oynanacağı zaman sahaya girilir, oyun oynanır, sonra sahadan çıkılıp yaşam gerçekliğine dönülür; meclise girilir, eller kaldırılır, dışarı çıkılır ya da tramvaya binilir, hedef durağa gelince inilir!”
Böyle başa, öyle de tıraş oluyor zaten:
Biat, sadaka, boyun eğme, sorgulamasız itaat, eleştiriden kaçınma, belirsizlikten sakınma, güçten çekinme ve büyüklere sığınma gibi kavramlarla betimlenen kültürlerde, siyasal iktidar, hukuk da dahil, bütün kurumlar üzerinde tek söz sahibi olur ve basının bundan soyutlanması mümkün değildir. Basın çalışanından patronuna kadar herkes çarkın içine girdiğinde rahat eder, para kazanır, düzen içinde kendi yolunu bulur. Aykırı düşenler ise ‘yasal yollardan’ engellenir, durdurulur, hapsedilir, öldürülür. Vergi daireleri, polis ve devletin diğer aygıtları gerekeni yapar, düzeni korurlar.
Sonuç olarak, büyük bölümü iliştirilmiş, bağımsızlık duygusu olmayan ya da bu duygusu zamanla maddiyata, toplumsal statüye, siyasi ikbale, yaşam sürdürme kaygısına bağlanarak törpülenmiş basının ‘bağımsız hissetme güdüsü’nün güdük kalması kültürle yakından ilgilidir.”
Bu yüzdendir, Zübükler, Güdük Necmiler, Hacı Fettahlar hâlâ çevremizde dolanıyor, tepemizde oturuyor...


Yalnız Bırakılan Yatağan
Yatağan’da işçiler, kömür madenleri ile birlikte termik santrallerin özelleştirilmesine karşı epeydir önemli bir direniş sürdürüyorlar. Kimsenin umurunda değil.
Başta Türk-İş ve direnen işçilerin büyük bölümünün üye olduğu Tes-İş yönetimi olmak üzere sendikalardan da destek gelmiyor.
Çankaya’ya çıkanın yakın arkadaşı Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, geçenlerde Yatağan’a gitti, hemen ertesi gün Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun özelleştirmelere onay veren kararı çıktı.
Direnen işçiler günlerce Kurtuluş Parkı’nda eylem yaptılar, polisten dayak yediler. Üye oldukları Tes-İş’in Genel Başkanı Mustafa Kumlu, ziyaretlerine bile gitmedi.
Direnen işçilere sendika yönetimlerinden destek gelmemesinin tek nedeni var: Recep Tayyip Erdoğan’dan korkuyorlar. “Üzerimize gelir, bizi koltuklarımızdan eder” diye korkuyorlar.
Sendikacılığın bir mücadele, bir yürek işi olduğunu unutmuşlar; bir elleri yağda, bir elleri balda, lök gibi oturuyorlar.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları