
Bize barıştan ve kardeşlikten söz edenlere bakınca İmralı’dakinin PKK’yi hangi koşullarda kurduğunu anımsamak gerekiyor.
1970’lerde Türkiye, Uğur Mumcu’nun deyimiyle destabilize edilmek, yani istikrarsızlaştırılmak üzere dünya sömürgenlerinin kurguları ile bir kardeş kavgasına itildi.
Sağ-sol çatışması adı altında on binlerce vatan evladı ile birlikte yurtsever bilim insanları, aydınlar bu kör kavga içinde yitirildi. Kahramanmaraş’ta, Çorum’da toplu kırımlar gerçekleştirildi.
Amaç, sermaye adına ulusal sınırları yok saymayı dayatan “küreselleşme”nin öngördüğü emperyalizmin yeni masalını Türkiye’de de uygulamaya sokmaktı.
Başta PKK olmak üzere o süreçte kurulan ayrılıkçı örgütler de bu istikrarsızlaştırmanın, kardeş bozgunculuğunun, ulus yıkıcılığının tohumlarını atmakla görevliydiler. Hiç kuşkusuz, bu örgütlerin Soğuk Savaş döneminin yapılandırdığı devlet içi karanlık odaklarla da bağlantıları vardı.
Türkiye’yi kan denizinde boğanlar, sözde birliği sağlamak üzere faşist 12 Eylül cuntasını ülkenin başına oturttular.
Sermayenin uygun gördüğü bir anayasa hazırlanırken toplumun bütün muhalif kesimlerini baskılamak üzere işkencehaneler, darağaçları kuruldu. Askeri cezaevlerinde yurttaşlara dışkı yedirildi.
Tüm bu eziyetler, özellikle İstiklal Marşı söyletilerek, Atatürkçülük adına yapıldığı vurgulanarak gerçekleştirildi.
Böylece, yurttaşlar arasındaki ayrımcılık bile bile körüklenerek, bağımsızlığı bayrak yapmış örnek bir dünya devrimi olan 1923 devrimi ile onun önderlerinin toplumun bilinçaltında karalanması amaçlanıyordu.
“Devlet başkanı” adını takınan cunta başı general, il il gezerek gericiliğe övgü yağdırdı. Başta casusluk cemaati (FETÖ) olmak üzere tarikatlara ödün verilerek, gericilik özendirildi. Türk-İslam ideolojisi adı altında, etnikçilik azdırıldı.
Sonuç: Kardeş bozgunculuğu, ulus yıkıcılığı bugünlere uzandı. Şimdi, devrim yıkıcılar ile bozguncular el ele, bize barış masalı anlatmaya kalkıyorlar.
Bilsinler ki halkın çoğunluğu, yani yüzyıllardır kardeş kardeş yaşayanlar, yarım yüzyıldır süren bu kirli oyunun ayrımındadır. İşbirlikçi siyasi etnikçilik ile siyasi dinciliğin asıl hedefinin barış değil, çıkar olduğunun bilincindedir.
Ulus ve devrim yıkıcılığı bu topraklarda tutmaz.
MUTLULUK İÇİN ERDEMLİ DİRENME
Farabi, “Mutluluğun Kazanılması” adlı yapıtında, erdemli direnmeden söz eder.
Farabi’ye göre, bir insan doğuştan öyle bir özelliğe sahiptir ki ruhundaki güç, onu belli bir erdemin gereğini yapmaya ya da bir yetiyi geliştirmeye itebilir. Örneğin, tehlikeler karşısında korkup çekilmekten çok, direnme eğilimine doğuştan sahipse, onun gerek duyacağı tek şey, bu olayın yeterli derecede yineleneceği bir deneyden geçmektir. Ondan sonra bu yeti, onda iradi bir niteliğe dönüşecektir.
Toplumumuz, çok uzun yıllardır mutsuz. Daha doğrusu, mutluluğun ne olduğunun bile ayrımında olmayan uygarlaşamamışlığın pençesinde mutsuzluğa itildi.
Toplum tarihten gelen kalıtımsal özelliği ile mutluluğu yeniden kazanmak için direniyor. Farabi’nin de değindiği gibi, direnmek için de yeterli derecede yineleyeceği deneylerden geçti. İşgal gördü, ihanet gördü. Zor gördü, zorbalık gördü.
İçinde yanan kor, ondaki iradi niteliktir. Bu nitelik sayesinde aradığı mutluluğa ulaşacaktır.