Yıl 2003. Bir bahar zamanı Hakkâri’deydim. Dağların arasına sıkışmış o acılı kentte dolaşıyordum. O yaşlı adamın ne zaman yanıma geldiğini anımsamıyorum. Üstünde bekçi giysileri vardı, elinde tahtadan bir baston. Ne yaptığını bilmez bir haldeydi, durmadan hep aynı sözleri mırıldanıyordu: “Kızımın adı Gazel. Şimdi dağlarda geziyor, akşama gelir.” Önce korkmuştum, onu sivil polis sanmıştım. Hikâyesini başkalarından dinledim. Bir güneşli sabahta, davullar eşliğinde, bir at arabasının arkasında çırılçıplak iki ceset kentte dolaştırılmış. Ve davullar eşliğinde ilan edilmiş: “Bunlar kimin cenazesiyse gelip alsın!” Adam at arabasında yatan çırılçıplak kızını ilk andan tanımış ama öylece evinin kapısında durmuş, tek bir adım atamamış ve at arabası davul eşliğinde uzaklaşmış. O günden beridir adam, hep aynı sözleri söylermiş: “Kızımın adı Gazel. Şimdi dağlarda geziyor, akşama gelir.”
Bu satırların yazarı, bu olaya bizzat tanık oldu. Aynı olayın benzeri bugünlerde Van’da yaşandı. Genç bir kadının işkence görmüş bedeni sokağa bırakıldı. Facebook, Twitter kullanıcılarından bir kısmı, bu fotoğrafın yayımlanmasına karşı çıktılar. “Bu kadar da olmaz canım” dediler. Oysa daha kötüleri de oldu. Bellek tazeleyelim mi?
Karşıdan bir çığlık kopuyor ki, dehşet. Küçük bir kız. Dokuz on yaşlarında. Bize göre
çocuktu, göğüsleri bile gelişmemişti. “Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan” diyorlar… Yanımdaki beni dürttü, “Gözlerini aç!” Göğüsleri daha belirgin olmayan kız, saçları dağılmış. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri fal taşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan ha bire kan boşalıyor. Ne yapsam kendine gelmiyor. Kürtçe konuşuyorum yok. Türkçe konuşuyorum yok. Kaskatı olmuş. Biri gelip diyor ki, “Dokuz kişi ona… Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi…” Biri diyor ki, “Babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kızına gözünün önünde tecavüz etmişler.” (Kaynakça: Bildiğiniz Gibi Değil/90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak Rojin)
Gene Hakkâri’deyim. Bir kısa film atölyesi yapıyorum. Ona yakın öğrencim var. Kızlı-erkekli. Konumuz: “Gökyüzü.” Yani gökyüzü size ne söyler? Ertesi gün ödevler geliyor. Kara kuru, kavruk bir öğrencim, “Gökyüzü benim için korku” demektir diye anlatmaya başlıyor. “Gökyüzü ne zaman kararır, ben hemen pencerenin kenarındaki yatağıma yatarım. Birazdan kurşun sesleri başlar. Ben pencereye çıkıp bakamam çünkü kurşun seker. Ne yaparım, perdenin ucunu azıcık açıp oradan gökyüzünü görmeye çalışırım ve her kurşun sesiyle irkilirim.”
Hadi bir hikâye daha, o yaşı belli olmayan yaşlı bir adam. Dağları, dağlardaki kovukları, akan suları ezbere bilen biri. O, geceleri hiç uyumaz. Kurşun seslerini dinler. Nereden atıldı, nereye isabet etti. Sabahleyin ilk iş, kurşunun isabet ettiği dağ kovuklarını gözden geçirir. Mutlaka bir genç ölüsüne rastlar. O zaman ölünün bütün parçalarını bir çuvala koyar. Dağlarda tek bir parça bırakmaz. Sonra onları köy mezarlığına gömer. Gene dışarıda tek parça bırakmaz. Bunu neden yapıyorsun, diye sorduklarında şöyle yanıt verir: “Tanrı’nın huzuruna güzel çıksınlar.”
Amacım kimsenin içini acıtmak değil. Ama “devlet bunları yapmaz” denildiğinde benim içim daha çok yanıyor. Devlet acımasızdır ve her şeyi yapar. Şimdi aynalara bakma zamanıdır. Hiç kimse masum değildir.
Not: Sevgili Barış Pirhasan’dan bir sözcük öğrendim. Nebbeş. Yani ölü soyucu. Ölüm olduğunda işleri yolunda gidecek olan biri. Ve Tayyip Erdoğan’ın bir şehit cenazesinde söylediği sözler aklıma geldi. “Ne mutlu şehit ailesine!”
Çok nazik, çok hassas olanlar için Güneydoğu
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...
Ah ne çok öldük!
Ne oldu barış mı gelecek?