Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Siren sesiyle uyanmak!
Gözlerinizi kapatıp hayal edin, hayır kulaklarınızı kapatmayın, çünkü siren seslerini duymanız gerek. Duydunuz mu; sirenler, güzelim kentinizin birkaç dakika sonra bombalanacağını söylüyor. Evet, bir an önce sığınaklara koşmalısınız ya da evinizin bodrumuna. Çünkü bombaların insafı yoktur. Bombaları atanlar, sadece bir düğmeye basarlar ve bombalar en çok çocukların üstüne yağar. Evet, en çok çocuklar ölür. Yıllar önce Suriye’deki ölen çocuklar için yazdığım bir hikâyem var. Şimdi elimden o hikâyedeki Arapça çocuk adlarının yanı başına Ukraynalı çocuk adlarını eklemekten başka hiçbir şey gelmiyor. Böyle bir çaresizlik beni kuşatmış.
Sığınakta tam 15 çocuktular. En küçükleri 5 yaşındaydı. Üstünde kırmızı bir giysi vardı. Ablası o sabah kara kıvırcık saçlarını iki örgü yapıp tepesinde toplamıştı. Onun hemen yanında Reşit (Mihail) suskun oturuyor, az önce laboratuvarda gerçekleşen fizik deneyini düşünüyordu. Öğretmen iki ucu birleştirince, aynen suyolu gibi mavi ve kırmızı iki ayrı ışık yolu oluşmuştu. Dedesinin yaptığı oyunları anımsamıştı Reşit (Mihail). O da yanmayan ampulleri yakar, duvarlarda bin bir renkli fırıldaklar oluştururdu. Reşit (Mihail), dedesinin bildiği her şeyi öğrenmeye kararlıydı. Vakti geldiğinde o da dedesinin yolunda yürüyecek; uzak dağ köylerinde, ıssız vahalarda canları sıkılanlara bin bir eğlence götürecekti.
Fatima (Sofiya) deliler gibi korkuyordu. Ayaklarının titremesi geçse, ellerinin titremesi başlıyordu. Bildiği tüm duaları okuyordu ama dualar bir türlü titremesini, korkusunu geçirmiyordu. Birden elini kalbine götürdü, derin bir soluk aldı ve ansızın annesi geldi aklına. Ne zaman gök gürültüsünden korksa koşarak gider annesine sarılır ve onun yumuşak göğsünde derin bir uykuya dalardı. Böyle zamanlarda annesi en güzel şarkıları söyler, en güzel masalları anlatırdı. O şarkıları, o masalları anımsamaya çalıştı, sanki yanı başında annesi vardı ve sadece Fatima’ya (Sofiya’ya) değil, bütün çocuklara en güzel şarkısını söylüyordu. Fatima (Sofiya) korkusunun uçup gittiğini hissetti, gözlerini kapadı, derin bir uykuya daldı.
Sülayman’ın (Dmitriy’nin) gene tuvalete gitmesi gerekiyordu. Sığınağa girdiklerinden beri bu üçüncüydü. Durmadan çişi geliyordu Süleyman’ın (Dmitriy’nin) ve herkesin önünden geçip tuvalete gidiyordu. Utanç içindeydi. Çocukların en büyüğü oydu, en cesur, en kahraman o olmalıydı, ama elinde değildi işte, tam en cesur pozunu aldığı anda gene çişi geliveriyordu. Geçen gidişinde kendi yaşlarında bir kız gülerek onu yanındaki arkadaşına göstermişti. Tam tuvaletin kapısını açarken ikisi de ona bakıp gülmüşlerdi. Ter içinde kalmıştı Süleyman (Dmitriy), görmemişti, ama yüzünün pancar gibi kıpkırmızı kesildiğine emindi.
Saliha (Zlata) kulaklarını dikmiş, soluk soluğa dışarıda olup biteni duymaya çalışıyordu. Dışarıdan gelen şimdilik derin bir sessizlikti. “Düdük sesleri duyulmadan ne olursa olsun dışarı çıkılmayacak” denilmişti. Ama o burada öylece oturmak ve beklemek istemiyordu. Dayanamayacaktı. Hele saçlarının ağırlığı dayanılır gibi değildi. Saliha’nın (Zlata’nın) çok gür, çok uzun saçları vardı. Bu saçlar o kadar gürdü ki başında toplayamazdı, hemen başı ağrımaya başlardı. Saçlarını bu nedenle her zaman açık bırakırdı. Saçlarının yüzünü okşamasını severdi. Ama şimdi tam burada saçları çok ağır geliyordu ona, çok fazla, bir makas olsa hiç acımadan kökünden kesip atacaktı! Bu duygudan uzaklaşmak, saçlarını unutmak için hayal kurmayı denedi. Ailecek gittikleri deniz kıyısını düşünmeye çalıştı. Önceleri sudan ne kadar çok korkmuştu, ama sonra suyun sakin okşayışlarını hissetmiş ve usulca kendini bırakmıştı. Şimdi en çok orada olmak istiyordu, suda!
Zeliha (Anna) sessizce ağlıyordu. Kimseler görmesin diye başını iyice öne eğmişti. Sürekli “Meğer bir insanda ne kadar çok gözyaşı varmış” diye düşünüyordu. En az yarım saattir, buraya girdiklerinden beri kesintisiz ağlıyordu. Gözleri yanıyordu, ama gözyaşları bitmiyordu. Bir ara başını kaldırmış, en küçükleri Leyla’yla (Darina’yla) göz göze gelmişti. Küçük kız korkuyla bakmıştı ona. Kırmızı giysisi içinde, başında toplanmış saçlarıyla bir taş bebek kadar güzeldi. Hemen başını yeniden öne eğmiş ve içinden dua etmişti: “Tanrım hiç olmazsa o yaşasın, ona bir şey olmasın, daha çok küçük.”
Sığınakta her yaştan on beş çocuktular, bir saat geçmişti ki biri “Hadi hep birlikte hayal kuralım” dedi, “o zaman vakit daha çabuk geçer, hem Tanrı bize izin verir, hayallerimiz bitmeden bizi öldürmez.” Bu öneriyi hep birlikte sevinç çığlıkları atarak kabul ettiler ve heyecanla hayallerini anlatmaya başladılar, sıra ikinci çocuğa gelmişti ki büyük bir patlama oldu ve sığınağa bir bomba isabet etti. 15’i de o anda öldü. Geriye fısıltı halinde hayalleri kaldı.
Günlerden bir dünya günüydü.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu