Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Hükümetin içi boş projeleri
Bu açılımların sadece gündem değişikliği için yapıldığına da inanmıyorum. İktidarın bu konuyla ilgili şu ya da bu şekilde çeşitli telkinleri yerine getirdiğini düşünüyorum. Bu telkinler kendi içinden de dışından da olabilir.
Kendi içinden olan telkinlerden bir tanesi, sanıyorum şimdiki Dışişleri Bakanı’nın (Ahmet Davutoğlu) “Stratejik Derinlik” adlı kitabında var. O kitabı dikkatle okuyanlar, bugün neler yapılmak istendiğini anlayabilirler.
Kürt açılımı, Ermeni açılımı, açılım ve saçılım derken Türkiye’nin hızla duvara toslamaya doğru gittiği bir dönemden geçiyoruz. DP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Aytun Çıray AKP hükümetinin kendisine ait hiçbir siyasi ve sosyal projesi olmaması nedeniyle hep bu tür açılımlara bel bağladığını söylüyor. “Ben bütün bunları yapanı paket iktidarı olarak niteliyorum. Bir gün inşallah bu millet bunları paketleyip gönderecek” diyen Dr. Çıray, şu ilginç tespiti de yapıyor: “Bugün bizim tabanımızın üzerinde bir radikaller iktidarı var. Biz DP olarak bu tabanı geri alacağız. Demir Kırat yeniden şahlanmak üzere.”
AKP hükümeti son zamanlarda açılımlara çok merak sardı. Siz durumu nasıl görüyorsunuz? Bu Kürt, Ermenistan, açılımları tutar mı?
A.Ç.- Bu hükümetin bu tavrının nedenini anlamak için biraz daha geriye gitmek gerektiğini düşünüyorum. 2002’de iktidara geldikten sonra bu hükümet, AB projesine dört elle sarıldı. Bunun birkaç nedeni vardı.
Bunlardan en önemlisi savunma bürokrasisini pasifize etmekti. Diğeri kendi ideolojilerini AB projesi çerçevesinde telkin etmekti. Üçüncüsü de aydınları taraftar haline getirmekti. Çünkü AB bir modernleşme projesiydi. Bunu savunan bir iktidarı belli bir grup aydının, yazarın, çizerin desteklemesi beklenirdi. Öyle de oldu.
Üstelik bu süreç bir işlerine daha yaradı. AKP’nin kendisine ait hiçbir siyasi ve sosyal projesi olmadığını gizledi. 2005’e yaklaşıncaya kadar da bu projeyi bu şekilde kullandılar. Ama AB’den müzakere tarihi alındıktan sonra proje gündemden düştü. Ben bu açılımlarla bunun ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de insanların günlük hayatları, işsizlik, ekonomik kriz ağza alınmıyor. Tamamen bu açılımlar konuşuluyor.
Gündem değişikliği
Peki, bu kriz ortamında bu açılımlar gündemi değiştirmek için yapılıyor olabilir mi?
- Bunun sadece gündem değişikliği için yapıldığına da inanmıyorum. İktidarın bu konuyla ilgili şu ya da bu şekilde çeşitli telkinleri yerine getirdiğini düşünüyorum. Bu telkinler kendi içinden de dışından da olabilir. Kendi içinden olan telkinlerden bir tanesi, sanıyorum şimdiki Dışişleri Bakanı’nın (Ahmet Davutoğlu) “Stratejik Derinlik” adlı kitabında var. O kitabı dikkatle okuyanlar, bugün neler yapılmak istendiğini anlayabilirler.
Biz DP olarak siyasi açılımlara, Türkiye’yi ileriye götürecek, demokrasisini geliştirecek projelere karşı çıkmamız mümkün değildir. Ancak, “Kürt sorunu” diye işe başlarsanız, sürekli etnik kimlikler üzerinden tanımlamalar yaparsanız “Türk, Kürt, Laz, Çerkez kardeştir” gibi ayıran kavramlarla yola çıkarsanız, bu yapmak istediğiniz ne olursa olsun, sonunda bölücü olursunuz. Bugün itibarıyla Türk milleti zihinlerde bölünmeye başlanmıştır. Benim AKP hükümetine tavsiyem, derhal bu söylemleri ve fikirlerinden geriye dönmesidir. Tekrar ediyorum. Bizim DP olarak Kürt halkımızın kendi dillerini konuşma hakkından bir adım geri götürülmelerine kesinlikle karşıyız. Ancak etnik tanımlamalara, kolektif hak taleplerine de yüzde yüz karşıyız. Bütün dünyada etnik kimlikler meselesi psikolojiyle başlamıştır. Bu insanların psikolojisini bozar. Süleyman Demirel geçenlerde bunu çok güzel tarif etti. “Birinin aklına diğerini düşürmeyin” dedi. Türk insanının bir kısmının aklına diğerini düşürmememiz lazım. Bu hükümet buna dikkat etmeli. Bakın, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ziyarete geldiğinde Sayın Cindoruk, “Projeniz nedir?” diye sordu. Söyleyecekleri hiçbir şey yoktu. “Siz ne düşünüyorsunuz?” diye karşı bir soruyla cevap verdi. Bunun üzerine Sayın Cindoruk onlara uyarıcı telkinlerde bulundu. Yani bu içi boş bir proje.
Aynı akşam televizyonda Cindoruk da bunun içi boş bir proje olduğunu, kendilerinin de bunun ne olduğunu bilmediklerini söylemedi mi?
- Tabii söyledi. Aynı o “kâğıt parçası” belge hadisesi gibi. Türkiye günlerce sahte bir kâğıt parçası belgeyi (AKP ve Gülen Cemaatini Bitirme Planı) tartıştı. Şimdi de olmayan bir projeyi tartışıyoruz. Ama burada olmayan projeyi insanların etnik kimlikleri üzerinden tartışıyoruz. Oysa ülkeyi yönetenlere düşen görev, ayrılıklar üzerine vurgu yaparak ülkeyi yönetmek değildir. Ortak duygularımız, ortak yanlarımız üzerine vurgu yapmamız gerekir. Ben bunu çok tehlikeli bir süreç olarak görüyorum. Bu ülkede Eruh baskınıyla başlayan ve on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan bu isyanın sadece Kürtçe konuşmak, Kürtlerin kültürel haklarını elde etmek için başlatıldığını sananlar, bugün yanıldıklarını görmelidirler.
Bunun en önemli delili şudur: Türkiye Kopenhag kriterlerini yerine getirmiştir. Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş olmak demek, uluslararası insan hakları standartlarını yerine getirmiş olmak demektir. Ama uygulamada aksaklıklar olduğunu kabul ediyorum. Bunların da düzeltilmesi gerekir.
Bir diğer mesele şu: Hükümetin iddiası olan bütün bu açılımların ve demokrasiye inancın samimi olmadığını düşünüyorum.
Hükümetin samimiyetine neden inanmıyorsunuz?
- Çünkü hayatın diğer alanlarında demokrasi gittikçe geriye gitti. Bugün aydınların, yazarların, insanların kendilerini ifade etme özgürlükleri tehdit altında. Bugün Türk halkının haber alma özgürlüğüne sahip olduğuna inanmıyorum. Medyanın önemli bir bölümü doğrudan doğruya iktidar partisinin kontrolü altındayken öbür kısmı tehdit altında. Böyle bir ülkede insanların haber alma özgürlüğüne sahip olduklarını söylemek çok zordur.
Yasadışı izleme
Peki, telefonların yasadışı dinlenmesi, insanların e-postalarının izlenmesine ne diyorsunuz?
- İşin hele o kısmı inanılmaz. Bir ülkede 70 milyon kişinin dinlendiği saptanmışsa bu rejimin adına demokrasi demek imkânsızdır. Bu aynı zamanda çok kötü bir duygu. Böyle yasadışı telefon dinlemek, e-postalarını izlemekle insanların hayatlarının en mahrem bölümlerine giriyorsunuz. Eğer AKP gerçekten demokratsa, iş buraya gelmeden önce yapması gereken, Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını derhal demokratik hale getirmelidir. Kürsü masuniyeti haricinde dokunulmazlıkları hemen kaldırmalıdır. Belli bir grup aydında bir yanılgı daha görüyorum. AB’nin istekleri doğrultusunda yapılan anayasa ve yasa değişikliklerinin Türkiye’ye demokrasi getirdiğini söylemek abesle iştigal olur. Çünkü sadece kanunları değiştirmek yetmez. Uygulamalar çok önemlidir. Siz çıkardığınız kanunu uyguluyor musunuz uygulamıyor musunuz? Bugün bir hâkimin düştüğü durumu görüyoruz.
- Sincan hâkimini mi kastediyorsunuz?
- Evet. Kendi kanuni yetkisini kullanarak Cumhurbaşkanı hakkında dava açmaya kalkışıyor. Doğru olabilir yanlış olabilir. Hepimiz Silivri’ye giden insanlar için ne diyoruz? “Adalet en sonunda tecelli edecektir. Sabredin” diyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı neden çekiniyor? Aynı adalet her yerde ve herkes için geçerli. O hâkim haksız yere bir dava açmışsa bir süre sonra ortaya çıkacaktır. Ama o hâkimin üzerine yapılan baskılar Türkiye’de demokrasinin olmadığı kuşkularını arttırmıyor mu? Üstelik bütün bu açılım süreçleri bir kavga ortamı yarattı. Toplum her alanda ikiye bölündü. Etnik olarak bölünüyor. Alevi-Sünni diye bölünmeye çalışılıyor. Bu kavramları sürekli olarak kullanırsanız bölünmeyi yaratırsınız. Hukukçular ikiye bölündü. En tehlikelisi de bu. Ülkede her alanda kavga seyrediyoruz. Onun için şimdi biz DP olarak, “Barışan Türkiye” sloganıyla ortaya çıkıyoruz. Bu kadar kavga bu ülkeye istikrar getirmez. Bir an önce sakinleşmek gerekiyor. Ama bu hükümetin bunu başarabileceğine inanmıyoruz. Bu açılımlar, hele de son Ermeni açılımı konusu, Türk milletinden kaçırılmış, üzerinde çok önceden çalışma yapıldığı anlaşılan bir açılım. Bu açılımda en büyük iki kaybımız olacak.
Nasıl kaybımız olacak?
- Bunlardan birisi uzun yıllardır gururla söylediğimiz, “Tek millet, iki devlet” söylemi sona ermiştir. Yani bundan sonra Azerbaycan’la ilişkilerimiz ne yazık ki ilerideki hükümetlerin tedavi etmesi gereken çok derin bir yara almıştır. Azerbaycan Türkiye için hem manevi hem de maddi, uluslararası ilişkiler açısından çok önemli bir ülkedir. İkincisi de şu: Bu açılım bize hiçbir şey getirmiyor. Ermenistan Türkiye’nin sınırlarını tanımış. Tanısa ne olur, tanımasa ne olur? Bizim sınırlarımızı BM tanımış zaten. Bütün uluslararası kuruluşlarca tanınmış bir ülke Türkiye.
Ayrıca bağışa ya da yeni bir tanınmaya hiç ihtiyacımız yoktur. Üstelik devletlerin itibarı, verdikleri sözlerle geçerlidir. Başbakan üç ay önce, klasik devlet geleneğinin ve dış politikasının devamı olarak Azerbaycan’a gidip, “Karabağ sorunu halledilmeden sınırlar açılmayacaktır” sözü verdi. Ama üç ay sonra böyle davranmaya başlayınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını sarsmış olur. Dolayısıyla paket diye ortaya koydukları her şey boş çıkıyor. Ben bu yüzden bunlara “paketler hükümeti” diyorum. Ama inşallah en son paketi millet yapacak ve bunları paketleyip gönderecek diye düşünüyorum.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- 350 bin 757 kez 'yazı-tura' atıldı... Sonuç şaşırttı!