Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
İzan Kalmadı, İman Verelim!
Türkiye’de dinin çok uzun süredir politikaya alet edilmesi ve başta devlet, tüm dünya işlerinin hiç olmazsa görünüşte “Allah’ın iznine” bağlanması, ister istemez toplumsal algıya da sızdı.
Ülkedeki en örgütlü İslamcı yapılanmanın, “Sızıntı” başlıklı bir dergi çıkarması da boşuna değildir. İstenen oldu. Uhrevi ile dünyevinin birbirine karışması, insanları sorumsuzluğa itti.
Çünkü herkesin, her işin Allah isterse olup istemezse gerçekleşmeyeceğine inandığı yerde, elbet vicdan sorgulaması da yersiz ve gereksiz. Zarar veren de kaderci, zarar gören de.
Mademki en üst karar merci Allah, gaddarın cezai ehliyeti yok, mağdur da zaten onun Allah’ından bulmasını bekliyor.
Adalet, bizzat adliye kurbanlarının algısında, Allah’a havale.
Böylece ülkede sadece bireyler değil, kurumlar da “inanılan” ile “yaşanan” arasında fark gözetmez oldu.
Önce Balyoz, ardından Ergenekon davalarının kamuoyu nezdinde sanıkların suçluluğuna inananlarla inanmayanlar arasında bir çekişmeye dönüşmesi, belki toplumsal kanaat açısından normal karşılanabilirdi. Ancak özel yetkili mahkemelerdeki yargı süreci gerçeği ortaya çıkarmak için değil, sanıkların suçluluğuna “inandırmak” için kullanılınca; verilen kararlar sübjektif olmaktan öteye hukuk devletinin idam ilamı oldu.
AKP öncesi dönemde “basın yoluyla suç işlemek” kapsamında hakkında 31 dava açılmış, hatta Genelkurmay Başkanlığı’nın 3 yıl hapis, 10 adet generalin de muazzam tazminat talepleriyle yargılanmış ve hepsinden beraat etmiş bir gazeteci olarak hukukla yakından ilgilenmek zorunda kaldım.
Balyoz ve Ergenekon davalarında sanıklara yöneltilen suçlara dair, elbet benim de bir inancım, kanaatim var. Ama adaletten beklediğim gerçekçilik adına, adli sürecin başından beri sanıkların suçsuzluğunu değil, suçlu olsalar bile “adil yargılanma” hakkını, hukukun üstünlüğünü tesis etmek için yargının tarafsız olması gerektiğini savundum.
Oysa bu davalarda evrensel hukuk ilkelerinin tamamı linç edildi, sanıkların suçluluğu sahte belgeler, satın alınmış ve bazısı akıl hastası, bazısı cinayet ve terör suçlusu tanıklarla kanıtlanmaya çalışıldı. Hatta Teğmen Çelebi özelinde olduğu gibi polisin telefonuna sehven yüklediğini bizzat itiraf ettiği “kuşkulu” numaralar bile ağır mahkûmiyet nedeni olabildi.
Dünyanın bütün mahkemelerinde, yargıçların “kanaatine” göre kararlar verilir. Ama “yargı heyeti kanaati”ne göre verilen hiçbir karar ağırlaştırılmış müebbet, iki kere müebbet olamaz, bu kadar çok sayıda sanığı kapsayamaz. Böylesi hem esasa aykırıdır hem de usule.
Sonuç olarak bu davalarda sanıklar, hukuksal anlamda kanıtlanamayan suçları işlemiş olsalar bile hiçbir demokraside verilmeyecek ölçüde ağır cezalara çarptırıldılar. Osman Yıldırım gibi çok ağır suçlar işlediği kanıtlanmış sanıklar “tanık” olarak mahkemelerin istediği yönde ifade verdiği için salıverilirken suçu kanıtlanmamış kişilerin ağır cezalara çarptırılması; ister istemez tüm dünyada AKP iktidarı ve Türkiye’nin İslamcı dönüşümüne karşı çıkabilecek muhalif seslerin susturulduğu bir komplo olarak algılanıyor.
Bu komplo, polis, hükümet ve yargının el ele verdiği, hükümet tarafından ele geçirilen medyanın da kamuoyunu “inandırmaya” çalıştığı bir büyük plan. Bir gıdım aklı kalan herkes, Balyoz ve Ergenekon mahkûmlarının, Abdullah Öcalan’ı kapsayacak bir affa kadar rehin tutulacağını biliyor.
Uzaktan ve tarihsel süreç içinde bakıldığında, Türkiye’yi ele geçiren rejim, Hitler Almanyası ya da Mussolini İtalyası’ndan çok Frankist İspanya’yı anımsatıyor.
Çünkü Hitler’in faşizme taşıdığı Almanya’daki iktidarının onuncu yılında (1930-1940) hemen hiç muhalifi kalmamıştı! Keza faşist İtalya’da da Mussolini çok geniş bir halk desteğine sahipti.
Oysa İspanya’nın yarısı Frankist değildi ve faşist İspanya, cumhuriyetçi İspanya’yı ezmek zorunda kaldı. Bu da bir iç savaş gerektirdi.
İşte bu yüzdendir ki Türkiye’de olanlar ve bundan böyle olacaklar, İspanya’ya daha çok benziyor. AKP rejimi ve yandaşları, ülkenin yarısına, hatta yarısından fazlasına hâkim değiller, olamadılar. Ya ezmek ya da ezilmek zorundalar.
Tabii Allah’ın izniyle!
G NOKTASI
ANNEM ANNEM
Adı Annem’di
Soyadı Annem
Kadrim Kadrim diye
koştu peşimden
Annem Annem diye
koştum peşinden
ona yapışık üçyıldızdık biz
Kadri Perizat Melek
yokluktan acılardan
ne kaldıysa geriye
alınteri gözyaşı dolu elleriyle
avuç avuç verdi bize
hep gülelim diye
Onsekiz Temmuz bindokuzyuzdoksansekizde
soyadı duman gibi
süzüldü gökyüzüne
beşyüzsene de geçse beşbinsene de
ne hale gelirse gelsin evren
yıldızlar birbirinden
hiç ayrılır mı Annem.
A. KADRİ ERGİN
“Sebep sonuç
ilişkisine dayalı iman,
batıl inançtır.”
LUDWIG WITTGENSTEIN
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Edirne'de korkunç kaza