Sığınmacıların sığamadığı bir dünya

04 Mart 2020 Çarşamba

Tankların, tüfeklerin, tabancaların plastik oyuncaklarını yapan...

Bu oyuncakları, gözünü açar açmaz çocuklarının eline tutuşturan....

Ve bu yaptığı şeyin ne anlama geldiği üzerine zerre kadar düşünmeyen...

Bu yaptığı şeyin kaçınılmaz sonuçlarından zerre kadar endişe etmeyen...

Bu yaptığı şeyden zerre kadar utanmayan bir insanlığın parçasısınız.

Ve kim olduğunuzu hiç düşünmeden...

Nerede hata yaptığınızı sorgulamadan...

Olan bitenler arasında neden sonuç ilişkisi kurma sorumluluğu taşımadan...

Ekranlarda, savaşın hırpaladığı çocukları seyrediyorsunuz.

Kahroluyorsunuz.

Suların içinde çırpınan...

Annesinin kucağında ağlayan...

Çamurlara bulanan...

Korkuyla yaşayan...

Ölmesine ramak kalan...

Bir savaşın içine doğan ve gelecekte muhtemelen başka savaşların içine çocuklar doğuracak olan o çocukların başlarına gelenler karşısında kendinizi çaresiz hissediyorsunuz.

Siz bu yazıyı okurken biliyorsunuz ki aynı anda;

Küçük bir çocuk denizin ortasındaki lastik bir botta korkudan hıçkırmakta.

Bir diğeri annesinin elini sıkı sıkı tutmuş, çamurlara bata çıka sınır boyunca karanlık bir dünyada yürümekte.

Az önce bir başka çocuk derenin buz gibi sularına düştü.

Ve bir başkası hayatta kalırsa ömür boyu unutamayacağı korkunç bir düş gördü.

Şu anda siz bu yazıyı okurken...

Ve ülkenizdeki sığınmacıları uluslararası ilişkilerde siyasi bir koz olarak kullanan iktidarın insanlıktan uzak siyasi ahlakına öfke püskürtürken...

Ve onları kendi ülkelerine geçemesinler diye öldüresiye hırpalayan komşu ülkedeki iktidarın vahşiliğine de küfürler ederken...

Bin yıllık bir çark, çocukları, kadınları, erkekleri ezerek bildiği, alıştığı ve güvendiği gibi dönüyor. 

O çok kıymetli olan ve hiçbir işe yaramayan vicdanınızın, ahlakınızın ve adaletinizin üzerinden silindir gibi geçiyor. 

Çünkü;

Olan bitene üzülen ve olan bitene üzülmeyenleri kalpsiz birer faşist belleyen siz bile...

Üzerinde doğduğunuz bu topraklar ezelden beri sizin ve ebediyen de sizin kalacak zannediyorsunuz.

Sınırlara itirazınız yok. Silahsızlanma talebiniz yok. Tüketim kültürünü reddedesiniz yok. 

Savaşın haklısı ve haksızı olabileceğine inanıyorsunuz.

Fetih diye anlatılan istila hikâyeleriyle süslenmiş bir tarihe derin bir kuşkuyla bakmak aklınıza gelmiyor. 

Kurtuluş Savaşı’nın bir kahramanlık değil, hayatta kalma mücadelesi olduğunu unutuyorsunuz.

Sizin soyunuzun hayatta kalmasının ağır bedellerini sadece kendi atalarınızın değil, başkalarının atalarının, hatta torunlarının da en ağır şekilde ödediğini yeterince önemsemiyorsunuz.

Çocuklar kaç nesildir okullarda dedelerinin “Yunan’ı denize döktüğünü” öğrenerek eğitiliyor;

Ermenileri, Yahudileri, Çingeneleri aşağılayan tekerlemeler söylemeyi neşeli bir oyun zannederek büyüyor;

Beyinlerin savaş fikrine daha küçücükken aşılanması sizi yeterince ürkütmüyor.

Aklınız, silahsız bir dünyayı hayale dair makul sandığınız itirazlarla mühürlü.

Küstah devletlerin kurulmadığı, değerlerin parayla belirlenmediği, güçlülerin zayıfları hırpalamadığı, kutsalların korkusuzca sorgulandığı bir düzende hayatta kalınmaz sanıyorsunuz.

Sığınmacıları hiçbir yere sığdıramayan şu vahşi dünyada yaşanana da hiç gocunmadan “Hayat” diyorsunuz.

Ekranlarda gördüğünüz o vahşette, farkında değilsiniz ama başkalarının değil, aslen kendi karanlığınızı izliyorsunuz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları