Bir okur sohbetinde orta yaşlı bir bey söz alıp “Nilgün Hanım” demişti, “yanımda 16 yaşındaki kızımı da getirdim. Sizden ricam ona umut verecek bir şeyler söylemenizdir!”
Referandum konusunda ne zaman bir şey yazmaya kalksam, aklıma o okurun sözleri geliyor. Ve öyle kalakalıyorum. 11 yazarı 5 ayı aşkın süredir tutuklu ve de çaycısından kuryesine kadar çalışanları belli aralıklarla içeri alınan bir gazetenin yazarı olarak, ne yalan söyleyeyim artık umut verecek bir şeyler ifade etmekte zorlanıyorum.
Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy’un Hürriyet’te tam sayfa “Hayır” ilanını gördüğümde, içimde çok uzun zamandır ilk kez bir umut ışığı uyandı.
“Kuşkulu ve endişeli miyiz? Evet öyleyiz” diyor 96 yaşındaki Nilüfer Hanım: “Aynı zamanda nereden nereye gelindi diye hüzünlüyüz. Ama asla ümitsiz değiliz. Referandumdan yüksek sesle ‘hayır’ çıkmasını ümit ediyoruz. ‘Hayır’ diyeceğiz ve hayırlı olmasını dileyeceğiz. Milletimizin sağduyusuna ve vefasına güveniyoruz.”
Yandaşlar öfke saçıyor
Cumhuriyet tarihinin tanıklığını yapmış bir çınardan bu kerte güçlü ve özgüvenli bir “ümit” mesajı almak öncelikle insanı yüreklendiriyor. Bir asra merdiven dayayan bir kişinin, bu karabasan konjonktürde “umudunu” yitirmemesi insana damardan pozitif duygular yüklüyor.
Nilüfer Gürsoy’un mesajı bu nedenle çokdeğerli. Üstelik her satırı düşünülerek yazılmış. Ve oturma odasında karşılıklı konuşur gibi… sıkıcı olmayan bir üslupla “direkt” ifadelerle kaleme alınmış. Şapo!
Nilüfer Gürsoy, dahası herhangi bir isim değil. RTE’nin her daim hikâye ettiği DP’nin kurucusu Celal Bayar’ın kızı. “Gürsoy’un manifestosu”, içinde bulunduğumuz kritik kavşakta sağdaki çatlakların görünenden daha derin olduğunu düşündürtüyor…
96 yaşında bir insan, “Her ne olursa olsun… Bu yaştan sonra ortaya çıkıp eleştiri oklarına hedef olamam. Biraz da gençler düşünsün. Onlar uğraşsın!” diye düşünebilirdi. Nilüfer Hanım bunu yapmamış…
Ustalıkla “Yeter artık! DP’yi araçsallaştırmaktan vazgeçin!” mesajı verdiği için bu nedenle şimdi “evet”çilerin düşmanca beyanlarına, saldırılarına maruz kalmakta.
Yazımın başına oturmadan baktım… Yandaşlar öfke saçıyor. Şimdiden “Nilüfer Hanım’ın hazin intiharı”, “Hayır çetesi Celal Bayar’ın kızını bile ayarttı” şeklinde alabildiğine ilkel bir kavim anlayışı ile kaleme alınan yazılar karalamışlar. Gürsoy’un “hayır” metninin içeriğiyle ilgili değiller. “Manifesto”yu baştan sona okudukları şüpheli.
‘Sistem değil, rejim değişikliği’
Nilüfer Gürsoy, “Hayır” deklarasyonunda 16 Nisan’a dair sorulması gereken bütün soruları ve tehlikeleri sıralıyor. Darbeleri yaşamış biri olarak mevcut iklimi bir “darbe ortamı”na benzetiyor.
Etrafımız ateş çemberi ile çevriliyken bu anayasa değişikliğine ne gerek vardı, diyor. Değişiklik ne getiriyor ve özellikle ne götürüyor, diye soruyor. “Çift başlılığı önlemek” bahanesiyle “tek adamlığa soyunmanın” eleştirisini yapıyor. Cumhuriyetin erdeminin bizi ümmet olmaktan çıkarıp, “vatandaş” yapmak olduğunu hatırlatıyor; “darbe anayasalarının bile Cumhuriyetin temel görüşlerine saygılı olduğunun” altını çiziyor.
Getirilmek istenen değişikliğin ise “cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temel değerlerini sarsmakta olduğuna” işaret ediyor.
“Bu anayasa paketi, TBMM’nin manevi yapısına konmuş bir dinamittir” diyor.
Gürsoy bu yol ayrımının, sıkça dile getirildiği üzere bir “sistem değişikliği” değil, bir “rejim değişikliği” içerdiğini anlatıyor.
En vurucu bölüm bana göre bu “rejim değişikliğine” yapılan atıf.
“Sistem değişikliği” ve “rejim değişikliği” farkı, başlı başına ayrı bir yazı konusu.
Nilüfer Hanım bunu “Sistem, parçaların bir araya gelerek bütünleşmesini ifade eder” diyerek özetlemiş.
Kendi içinde tutarlılığı olan bir “sistematik” yerine “getirilen (her ne ise) ‘nevi şahsına münhasır’ kendine özgü bir ucubedir” diyerek konuyu noktalıyor.
Filli Boya reklamı, Haluk Levent’in “İzmir Marşı” ve de Nilüfer Gürsoy’un manifestosu…
Kampanyada “hayır”cılara “ilham veren” üç çıkış… bunlar oldu. Son haftaya girerken yenilerini bekliyoruz.
Bayar’ın kızından ‘Hayır’ manifestosu: ‘Getirilen bir ucube’
Yazarın Son Yazıları
Nermin Abadan Unat’ı en son TV’de 2022 Aralık’ında İmamoğlu için yapılan destek mitinglerinin ilkinde gördüm.
Görmüşsünüzdür: “Siyaset dışı en güvenilir isimler anketi”nde Sedat Peker ilk sıraya oturdu.
“Gerçeklerin, çoğumuzun gözünden kaçan bir yapısı var”...
İngiliz yazar Ian McEwan uyarıyor...
Turhan Selçuk’un çok sevdiğim bir karikatürü vardır: Küçük balıklar bir araya gelip devasa bir köpek balığını kovalar.
Annesi Mira Nair...
Mezardan yükselen intikamlar bunlar...
Shehadeh Dajani’nin yüzü hâlâ gözlerimin önünde...
Michael Wolff... Trump döneminin kara kutusu.
"87 yaşındayım" diyor Jane Fonda...
“Cesur bir adım atalım ve ona (Cumhurbaşkanı Erdoğan’a!) bire bir ilişki temelli gereksinim duyduğunu verelim. O nedir? Meşrutiyet!”
Sizler bu satırları okurken Trump Amerika’sı geçen hafta içinde öldürülen radikal sağ aktivist Charlie Kirk’ü ulusal törenlerle uğurluyor olacak.
Amaç, muhalefeti etkisizleştirmek ve işlevsizleştirmek...
Proizvol ve prodazhnost... Rusça iki sözcük.
Prodi’yi hatırlarsınız...
Çocukluğumda “Midas’ın Kulakları” diye çok ünlü bir oyun vardı.
İslam inkılabının ana kanun maddesi şudur: Bütün kanunlar Allah’ın emirlerine uygun ve bağlı olarak insani selim duygu ve düşünceye dayanır.
"Epstein vakası ABD siyaset kültüründe merkezi bir komplo kertesine erişti, bu gidişle Kennedy suikastı mitosu ile yarışır” diyor Michael Wolff.
II. Trump badiresine karşı Başkanlık yarışına girmek cüretini gösteren Demokrat Parti adayı Kamala Harris ilk kez konuştu ve...
Sevgili Altan bey
“ Otokratlar rakiplerini artık öldürmüyor” diyor Anne Applebaum ve devam ediyor...
Bir arkadaşımdan geldi. Instagram iletisi... ’70 li yıllar. Bikinili dört kadın güneşin altında mutlu mesut uzanmış.
Faşizm gemi azıya aldıkça, çarenin yerel siyasetten geçtiği anlaşılıyor.
Thomas Mann “Venedik’te Ölüm”ü tam Birinci Dünya Savaşı arifesinde, bir “çöküş” hikayesi olarak kaleme almıştı. “Belle époque/Muhteşem devir”tabir edilen 19. yüzyıldaki 2. sanayi devriminin sonu ile 20. yüzyıl başının sonsuz istikrar, refah ve özgüven çağı sonlanmış, baş döndürücü teknolojik değişimlerle toplumun değerler skalası değişmişti.
Deyim, Almanya’nın yeni Şansöylesi Friedrich Merz’e ait. Bir haftadır Mertz’in şok...şok...şok bu sözleri konuşuluyor.
14 Haziran’da Washington’da bir kutlama için, yerleri dolduracak yedeklere ihtiyaç var.
Donald Trump, Beyaz Saray’a çıktığı ilk yıllarda, “New York’un ortasında, 5. caddede çıkıp birini vursam bir tek seçmen kaybetmem!” demişti.
Adına “muzzle velocity” diyorlar. Deyimi siyasi jargona sokan isim Trump’ın “karanlık prensi” Steve Bannon.
“Habeas Corpus nedir? Tanımlar mısınız?”
İç gerilimlerin cümlemizi sersem ettiği, burnumuzun ucunu göremez hale getirdiği Türkiye’nin dışında bir dünya var.
Trump Vatikan’a da göz dikti
Psikolojik harekât
Vatikan’da dönüm noktası
Romancının ölümü
Starmer’ın sessizliği
İmamoğlu ‘rakip’ olmasaydı...
Pikachu’nun anlattıkları...
Kafka senaryosu
Avrupa'da neler oluyor?
Avrupa’da yeni kavşak