Adını ilk defa bir haberde okudum. Mersin CHP Milletvekili Hasan Ufuk Çakır imiş. Parti yönetimine yönelik suçlamaları olmuş. Haberde bildirildiğine göre Çakır, bu suçlamaları üzerinden “Şöylemi biten iktidara malzeme veriyor”muş. Ayrıca bir de “arınma” çağrısı yapmışmış. Bu nedenle “ihraç” istemiyle CHP Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilmiş. Ancak Çakır, disiplin kuruluna gitmeden önce CHP üyeliğinden istifa etmiş.
Böylece dosya kapatılmış, iş bitmiş diyebilirsiniz ama bence öyle değil.
Olayın başka ve önemli bir boyutu olsaydı muhabir arkadaşımız herhalde onu da yazardı.
Önce “söylemi biten iktidara malzeme verme” suçunu ele alalım:
Söylediği ile başkasına malzeme vermeyen kim olabilir ki Bay Çakır ondan disiplin kuruluna verilsin?
Bu “arınma” çağrısı bir müddet önce eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından İBB (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı) davası sanıkları kastedilerek kullanılmıştı. Ama ilk kullanan Kılıçdaroğlu hakkında bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadı. Çünkü anlaşılan o sözde parti disiplini açısından herhangi bir sakınca görülmemişti.
Zaten öyle de olmak gerekirdi.
Hepimiz demokrasiyi tanımlarken onun bir “hoşgörü” rejimi olduğunu söylemiyor muyuz? Bu kadarına tahammül edemezsek “hoşgörü” nerede kalır?
Açık söylemek gerekirse ben de İBB davasında yargılanan ve yargılanacak olan sanıkların (başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere) hiçbirinin kirli olduğuna zerre kadar inanmıyorum. Ama herkes benim gibi veya CHP’nin “yönetici”leri gibi düşünmek zorunda mı?
Elbette değil!
Kaldı ki “arınsınlar” demek, “onlar suçludur” anlamına gelmez. Çok çok, “aralarında birkaçının kusuru olabileceğini düşünüyorum” demektir.
Bu da demokrasinin en temel ilkesi olan “farklı düşünme ve onu ifade etme özgürlüğü” değil midir?
Açık söylemem gerekirse beni en çok “demokrasi”yi her yönü ve boyutuyla benimsemiş olduğuna inandığım Özgür Özel’in genel başkanlık döneminde böyle bir işlemin yapılması rahatsız etti. Dilerim bu hatadan bir şekilde dönülür.
Aksi halde bu bir “yol” olur ve CHP de öteki partilerle kıyaslanmayacak kadar geniş bir “parti içi demokrasinin olduğu” inancı ve iddiaları ağır bir yara alır.
Bunları söylemişken belirtmek gerekir ki bizim “demokrasi pratiğimizin” en zayıf halkalarından biri “parti içi demokrasi”dir.
İttihat ve Terakki Partisi yahut da Hürriyet ve İtilaf dönemine kadar gitmeyeceğim. Tayyip Erdoğan’ın “faşist” diye nitelediği “tek parti” döneminde yolsuzluk yaptığından kuşku duyulan bir bakanın -korunması değil- Yüce Divan’a verilip yargılanması en tabii durumdu. Bazen bakanlar partinin meclis grubunda denetlenir ve düşürülürdü.
Çok partili dönemde de bu durum uzun süre devam etti.
Asker kökenli bir siyaset adamı olmasına rağmen İsmet İnönü ve sonra SHP lideri olan Erdal İnönü parti içi demokrasiyi en fazla özümsemiş liderlerdi. Turgut Özal’ı da onların yanına koymak gerekir.
Gönlüm Özgür Özel’i de en az onlar kadar demokrat bir lider olarak görmek istiyor.