Olaylar Ve Görüşler

Gerçek üniversite istiyor muyuz? - Dr. Hasan YAZICI

27 Kasım 2021 Cumartesi

Seçimler yaklaştıkça politika kızışıyor ve yönetenler değişince neler yapılması gerektiği ayrıntılı tartışılıyor. Endişe içinde izliyorum. Konu üniversitelere geldiğinde pek ses, soluk yok. 1981 yılında YÖK Yasası çıktığının müjdesini radyodan, eniştem, İÜ fizik hocası Prof. S. Tunakan’la beraber dinlemiştim. 

“Enişte, bu abuk sabuk yasa kısa zamanda değişir” dediğimde rahmetli, yılların deneyiminin getirdiği bilgelik ve apaçık bir karamsarlıkla “Sanmam Hasan; bu yasa kolay kolay ortadan kalkmaz, maalesef bize çok uygun bir yasa” deyiverdiydi. Çok haklıymış. Önemli bir hatırlatma yapayım. YÖK Yasası 1981, 12 Eylül-Cunta Anayasası 1982 yılındadır. 

NASIL OLMALI?

Önce, aman üniversitelerden kısık da olsa özgür, birey aklına, adalete ve evrensel uygarlık düzeyine saygılı, muhalif bir ses çıkmasın diye, birinci deli gömleği üniversitelerimize, ondan bir yıl sonra da ikinci bir deli gömleği, bu kez yeni bir anayasa kisvesi altında, tüm topluma giydirilmiştir. O günlerin sloganı şuydu: 1961 Anayasası bu topluma çok bol gelmişti. İstenmeyen bolluk, özgürlük ve insan haklarına saygıydı. Birinci ve ikinci deli gömlekleri işlevlerini yerine getirdi ve bugünlere geldik. 

Kişi veya toplum kendisine yapılanlardan sürekli yakınıp duramaz. Acaba başıma gelenlerde benim de kabahatim hiç yok muydu diye sormayanların başına yıllar içinde, döner dolaşır, aynı şeyler gelir. Bilmem hiç aklınıza geldi mi? Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın sonuna kadar bir üniversitesi yoktu. Nedeni gayet açık. Osmanlı, gerçeği arayan, yeni bilgi üretecek, üretilmiş bilgileri tartışacak, yayacak ve nesilden nesle koruyacak kurumlara pek gereksinim duymamıştı. İstanbul Üniversitesi’nin 1453’te kurulduğuyla övünür dururuz. Hayır, o kurulan üniversite değil; bir medrese veya medresenin işlevlerini yerine getirmesi amacıyla oluşturulan yemekhane, yatakhane, hastane gibi kuruluşları bir araya getiren, bugünün moda deyimiyle bir külliyedir. Üniversitenin öncelikli amacı ise medreseden çok farklı olarak, öğretmek değil öğrenmek, hatta öğrenmeyi öğrenmektir. Üniversitede hem öğrenci öğrenir hem de her kıdemden hoca.

ÇARPICI GÖSTERGE

Osmanlı’nın üniversite kurumuna ne denli uzak olduğunun çarpıcı olduğu kadar trajikomik bir göstergesi ilk 1863’te açılan Darülfünun’un, kısa bir zaman dilimi içinde sık kapanıp açılması yanında aldığı değişik kurumsal isimlerdir (https://www.istanbul.edu.tr/tr/content/universitemiz/tarihce). Darülfünun, 1863-1913 arasında sırasıyla şu isimleri alır: Darülfünun, Darülfünun-u Osmani, Darülfünun-u Sultani, Darülfünun-u Şahane, tekrar Darülfunun-u Osmani ve 1913 yılında İstanbul Darülfünunu. En sonunda, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kurulur. 

Üniversite kavramı ve kurumuna yabancılığımız Osmanlı’dan sonra da genlerimizde midir nedir, süregeliyor. Ne olur yanıtınız; “Halen anavatanda 200’ü aşkın, Kuzey Kıbrıs’ta da 40 dolayında üniversitemiz var” olmasın? 3000 km2 yüzölçümü ve 400 bin dolayında nüfusu olan yavru vatandaki üniversite enflasyonu, üniversite kavram ve kurumuna ne denli yabancı ve saygısız olduğumuzun açık bir göstergesi. Niceliğin, niteliğin çoğu kez en büyük düşmanı olduğunu tümden mi unuttuk? 

Demokrasi, birey hakları, adalet, ekonomi, çevre bilinci gibi en yaşamsal konularda büyük ve giderek de büyüyen sorunlarımız var. Bütün bu sorunları yönetenlere bağlamak, korkarım, Osmanlı’dan beri tekrarlayıp durduğumuz bir yanlış. Esas sorunumuz, en büyük değerin insan aklı olduğuna inanıp önce ona büyük saygı duyan, sonra da onu, sonu nereye varırsa varsın korkusuzca eleştirebilen, özeleştiriyi kutsayan, önce fikir sonra da her türlü eser üretebilen, aydınlanmış birey azlığımızdır. Evet, hatırlar gibi oldunuz. Saydıklarım, uygarlık tarihinin en parlak çağı olan aydınlanma çağının nitelikleri. Aydınlanma çağının önemli bir çıktısı 19. yüzyılda önce Almanya’da kurulan ve daha sonra da İngiltere ve ABD’de gelişen modern üniversitelerdir. Böyle üniversiteler az önce saydığım niteliklere sahip bireyler yetiştirmekle kalmaz; bu niteliklere sahip olanlara, en azından saygı duyanlara bir barınak olur. Bu da kanımca, üniversite özerkliğinin en doğru tanımıdır. 

DEMOKRASİNİN GEREĞİ

Osmanlı, aydınlanma çağını tümüyle ıskalayıp bir türlü modern bir üniversite kuramadı. Cumhuriyetimiz bu yolda da çaba gösterdi. Tam ODTÜ gibi, tek tük, umut veren örnekler oluşmaya başlıyordu ki son 40 yıldır (1981 YÖK’üyle başlıyorum) ülkemiz, hatta uygarlık tarihi açısından çok talihsiz bir evreye girdik. Pıtrak gibi tabelalandırılanların yanı sıra maalesef görece yerleşik üniversitelerimizin bir bölümü, aydınlanma değerlerine değil saygı duymak, adeta savaş açmış durumda. 

Tüm muhalif partilere naçiz bir önerim var: Yaklaşan seçim nedeniyle ülkeye dağıldınız, başımıza gelenleri ve önerdiğiniz çareleri ayrıntılı olarak seçmenlere anlatıyorsunuz. Ne olur, biraz da gerçek bir üniversite yoksunluğumuzdan ve onun için ne yapmayı planladığınızdan söz edin. Bu aşamada, sadece üniversite, yüksekokul farklılığını açık yüreklilikle anlatmanız bile belki yeterli. “Hoca sen ne diyorsun, şimdi sırası değil, yanlış anlaşılır, oy kaybederim, önce tek adam yönetimine çare bulalım” diyorsanız size uyarırım. 

1. Sakın seçmeninizi küçük görmek tuzağına düşmeyin.

2. Düzgün, özerk üniversiteleri olmayan bir toplumun düzgün bir demokrasisi de olamaz, unutmayın.  

DR. HASAN YAZICI

EMEKLİ İÜ PROFESÖRÜ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları