1- Suriye’nin bundan sonraki yönetim şekli ne olmalı?
2- Türkiye’nin Suriye’yle ilgili politikası ne olmalı?
Birinci soruya yanıt oluşturmak tabii, en başta, Suriye halkının işi. Ama öteki ülkelerdeki ilgililerin de o konuda görüşleri vardır. Suriye’ye bunları diplomatik yollarla iletebilirler, dünya kamuoyuna da ulaştırabilirler. Ve bunu yapmalıdırlar.
Yaşadığımız dünyada, çoktandır, “insan haklarının kullanılması”, “barışın korunması” gibi alanlar başta olmak üzere, her ülkeyi bağlayan ilkeler var, kurallar var. Onların uygulanmasını sağlamak için oluşmuş uluslararası kurullar var. O kuralların hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunmak da her ülkenin görevi.
***
Konuya o açıdan bakarsak ülkemizin güneyindeki yakın ve uzak komşularımız arasında, geçmiş yıllarda da gerek insan haklarının uygulanması gerek barışın korunması açısından, o hedeflere -ulaşmak bir yana- yaklaşmayı bile başaranlara pek rastlanmaz.
Gazeteciliğimin başlangıcı olan 1950’li yıllarda, muhabir olarak yurtdışına ilk gönderildiğim ülkeler arasında, yurdumuzun güneyindeki komşularımız vardı. Mısır, Lübnan, Suriye, Irak, onlar arasındaydı. Daha sonraları, Libya, Suudi Arabistan, Fas dahil güneydeki ülkelerin çoğuna gittim. Hepsinin ortak özellikleri, rejimlerinin demokrasiden hayli uzak olmasıydı.
İran’da Şah vardı. Şah Muhammet Rıza Pehlevi...
1950’lerde, Irak’ta krallık vardı. Kralı Faysal’dı. 1958’de krallık kalktı. Yerine General Kasım geldi. Sonra Abdüsselam Arif.
Mısır’da Kral Faruk’un bir darbeyle 1952’de düşürülmesinden sonra, başına askeri yönetimler gelmişti. Önce General Necip, daha sonra da Albay Cemal Abdünnasır. Nasır’dan sonra da diğer subaylar geldi.
Ürdün’ün, Suudi Arabistan’ın, Fas’ın rejimleri de krallıktı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, resmen “cumhuriyet”leşen komşularımız da vardı. Biri Suriye’ydi. O savaşın sonunda, Irak, İngiltere’nin önce yönetimi, sonra etkisi altındaydı.
Suriye’nin ise adı “cumhuriyet”ti. Ama önce birbirini izleyen askeri yönetimler altına girdi. Daha sonra, Hafız Esad’dan başlayarak asker kaynaklı otoriter bir rejim haline getirildi.
Bugün de durum fazla değişmedi ve özetle: Güneydeki yakın ve uzak komşularımızdan birçoğunun halkları, “demokrasi”nin nasıl bir rejim olduğunu hâlâ göremediler. Kurallarını işitseler bile uygulamasına görgü tanığı olamadılar... İktidar değişiklikleri de seçimden çok, darbe yoluyla mümkün oldu.
Tabii, hatırladığımız ülkelerin bazısında, seçim usulleri de vardı, parlamento adı altında oluşturulan kuruluşlar da vardı... Ama o “seçim”lerde uygulanan usuller, gerçekten demokratik olan ülkelerde görülenlerden hayli farklıydı. Sadece seçimlerdeki değil, demokrasinin temel hak ve özgürlüklerinin uygulanmasındaki ölçüler de farklıydı.
Kısacası: Bence birinci sorunun cevabı, Suriye’nin, yeni rejimini oluştururken şimdiye kadar hayli uzak kaldığı demokratikleşme sürecini başlatmasıdır. Tabii bu, o konudaki tecrübe azlığının sonucu olarak kolay değildir. Başlangıçta devletin devamlılığını sağlayacak bir geçici dönem yaşanması gerekebilir. Ama o hedefe yönelik adımların atılmaya başlaması bile, olumlu bir gelişme sayılır.
***
İkinci sorunun cevabını aramak tabii, çok daha güç...
Çünkü, Suriye’nin demokratikleşme sürecine girmesinin faydalı olacağıyla ilgili görüşümü okuyan bir Suriyeli arkadaşım bana bir “karşı soru” sorup “Peki, sizin de bir demokratikleşme sürecine ihtiyacınız yok mu?” derse, ona da cevap vermek gerekir ki o sorunun cevabı bu yazıya sığmaz. Başka bir yazının konusu olabilir.
Bugün için, Suriyeli komşularımıza, ülkelerindeki “siyasal değişim” beklentisi için “Hayırlı olsun” dileklerimi sunarım... Bizim iktidar siyasetçilerimizin de bizim ülkemizdeki demokrasiyle ilgili sorunların da çözümünün ne kadar önemli ve acil olduğunu unutmamalarını temenni ederim.