Olaylar Ve Görüşler

Meşru Öfke ve İnsana Saygı

12 Nisan 2015 Pazar

Aşağılama, olumsuz yakıştırmalar, özellikle yıkıcı eleştiri, kendi başına zararlı davranışlardır. Üçüncü kişi yanında yapıldığında ise daha da olumsuzdur.

Öfke de, neşe, üzüntü, korku gibi dört temel duygudan biri. Yersiz yere yargılandığımızda, özgürlüklerimiz kısıtlandığında, bizim adımıza düşünülüp karar verildiğinde, hatamızla orantılı olmayan cezalar verildiğinde, örselendiğimizde, genel anlamda haksızlığa uğradığımızda öfke duyarız.

Öfke ile tanışma
Küçük yaşlarda başlayan öfkeyle tanışmayı yaşımız ilerledikçe sahiplenmeyi ve sağlıklı yansıtmayı öğreniyoruz. Sahiplenilmeyen öfkeyi idare etmek zordur. Çocuklarımıza dürtü kontrolü öğretmek kadar öfkesini sağlıklı göstermeyi öğretmek de kolay değil. Burada yaygın anne-baba-öğretmen eğitiminin önemi öncelik taşıyor.

Öfkenin dışavurumu
Zamanında çıkamayan, biriken öfkenin sağlıksız dışavurumu şiddete, kişinin biriken öfkeyi içinde tutması ise kişinin bedensel veya ruhsal, kendi sağlığının yıpranmasına yol açıyor. Öfkeyi, yerinde, zamanında, kendimize veya bir başkasına zarar vermeden çıkarabilmek bir öğreti. Sporla ter atmak, içerde kalan toksik enerjinin dışa akıtılmasında en sağlıklı yol.
40 yaşlarında eski bir danışanım hırçınlık, alınganlık, kararsızlık ve parlak zekâsına rağmen özgüven eksikliği nedeniyle terapi için başvurmuştu. Sorunlarının temelinde sisteminden atamamış olduğu bir çocukluk travması vardı. İlkokul dördüncü sınıfında bir gün öğretmeni onu tahtaya çağırdığında eline tebeşiri almış ama basit bir matematik işlemini yapamamıştı. Donup kalmıştı adeta. Öğretmeni onun kaygısını fark edip ona göre davranacağına, hiddetlenmiş ve öğrencisini kolundan tuttuğu gibi küçük kardeşinin de bulunduğu 2. sınıfa götürüp herkesin önünde, “Bu sınıfta öğren de gel” demişti. Anılarında kapalı kalan bu olay yaşamının daha sonraki yıllarında depresyon belirtileri olarak kendini göstermişti.

Halil Öğretmen…
Aşağılama, olumsuz yakıştırmalar, eleştiri, özellikle yıkıcı eleştiri, kendi başına zararlı davranışlar. Üçüncü kişi yanında yapıldığında daha da olumsuz. Gazetelerde (Cumhuriyet, 5 Nisan/2015) okuduğumuz şu haber hepimizi çok üzdü. “Yalova valisi .... incelemelerde bulunmak için gittiği Termal Fen Lisesi’nde, öğrencilerinin önünde ‘Bu saç sakal ne? Ne biçim öğretmensin....’ diye azarladığı TÜBİTAK ödüllü matematik öğretmeni Halil Serkan Öz, önceki gün öğretmenlerin kendisi için düzenlediği ‘Öğretmene Saygı Yürüyüşü’nde kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.”
Öz fenalaştığı sırada yanında bulunan öğretmen arkadaşına “Onurum, gururum kırıldı. Öğrencilerimin, arkadaşlarımın, ailemin yüzüne bakmaya cesaret edemiyorum. Ben bu utançla ne kadar yaşarım bilemiyorum” demiş. Kültüründe çevre duyarlılığı ile büyümüş, erdemli olmayı var olmanın temel değeri olarak benimsemiş hassas birinin, yetişkin de olsa, ne kadar etkilenebileceğini görüyoruz. Ne yazık, ne büyük kayıp!

Azarlamak eğitici değildir!
Mahcup düşürmek, azarlamak, tenkit, gurur kırıcı olduğu gibi, hiçbir zaman eğitici de değil. Nasıl olsun ki! Bu gibi durumlar sadece böyle davranana karşı öfke, kişinin kendine dönük de yetersizlik, değersizlik duygularını getirir. Gençler askerliğe her tür uyarıyla hazırlansalar bile içlerinden komutanının azarı veya tokatıyla canına kıyanlar çıkıyor.
İnsan insana saygı: Sadece büyüğe değil, sadece mevki sahibine değil, insana saygı. Davranışla pekişen bu değeri, toplumda nasıl yeşertiriz? Çocuklarımıza, gençlerimize nasıl aşılarız? Örneklerimiz yeterli mi? Birçok kişinin hayatındaki otorite figürü baba oluyor. Bazen de dede, anne veya bir başka aile büyüğü.
Kendimiz otorite figürü olduğumuzda, ister müdür, ister polis, ister ebeveyn, yine en çok etkilendiğimiz model geçmişteki ebeveyn modeli oluyor. Hayatımızda olumlu modeller olmuşsa şanslıyız. Çocuklarımıza olumlu örnek oluyorsak şanslılar. Yoksa, kendimizle yüzleşip farkındalıklarımızı artırarak değişime yön vermeliyiz ve verebiliriz. Herhalde insan olmanın özelliği de her şeyi genlere ve geçmişe borçlu olmamak.  

FATMA TORUN REİD Uzman Psikolog

 

-

 

Savunma Hakkı Tartışma Götürmez

 

Yargılaması yapılan birey mutlaka suçlu demek değildir ve ceza usulü öğretisinin de mutlak ilkesi budur!

Yargılama sürecinde savunma hakkı sanık için tartışma götürmez bir gerçekliktir. Sanık, suçlu olduğu henüz bilinmeyen, fakat suçlu olduğu sanılan, yoğun kuşku altında kalan kimsedir. Bu kuşkunun giderilmesi ve sanığın gerçekten suçlu olup olmadığını belirleyecek sağlıklı bir karara varılabilmesi için savunma zorunludur.

Hukukun özü
Bunun için savunmanın kolaylaştırılması hukukun özünü oluşturur. İç Güvenlik Yasası’ndan sonra savunmanın da suça ortak edilme çabalarını, 31 Mart Adalet Sarayı eyleminden sonra görmemek mümkün değil!
1924 tarihli 460 sayılı Muhamat Yasası, 1. maddesinde avukatı “Bilumum hukuki meselelerde başvuranlara sözlü ve yazılı görüş bildiren, dilekçe veren, her nevi evrakı düzenleyip mahkemelere hakemler ve tüm daire ve meclisler huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hukuku vekâleten takip ve dava ve savunmayı meslek edinenler” olarak tanımlar; Saul Lande’ın “Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koyan, insanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı, vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü öğreten, yoksulun, mazlumun dul ve yetimin savunucusu” olarak tanımladığı avukatlık mesleği daha insani ve gerçekçidir. Yeni Türkiye vizyonunda avukatlık, kamuoyuna suç örgütlerinin bir kolu gibi algılatılmak istenmektedir.

Aramalar
“Hâkimden önleme araması kararı alınması gerekmeyen haller” başlıklı 25’inci maddesi 1. fıkrasının (a) bendinde belirtildiği üzere, “devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tabi tutulduğu hallerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında ayrıca bir arama emri ya da kararı gerekmemektedir.”

Erdoğan’ın açıklaması
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 31 Mart eyleminden sonra avukatların üst araması yapılarak adliyelere giriş yapması konusunda 3 Nisan 2015 tarihinde yayımladığı genelgenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bugün buradaki tablo, arkasından Vatan Caddesi’ndeki tablo, bizlere bir şeyler noktasında tabii ki çok daha dikkatli, çok daha hassas olmamızı gerektiriyor. Onun için de ‘Efendim bunlar cüppeli, cüppeli aranmaz’... ‘Hayır, bal gibi de aranır’ diyeceğiz ve bunun tedbirlerini alacağız. İşte cüppeli dendi, bu şekilde girdi. Bunlar yıllar öncesinin, ne yazık ki şu anda bize faturasıdır. Biz ‘Onlar da aranmalıdır’ dediğimiz zaman bize saygısızlık yapıldı. İşte şu anda gelinen nokta.” şeklindeki açıklamasından sonra uygulamaya sokulması adaletin bittiğini veya iktidar lehine dönüşümün tamamlandığını düşündürtmektedir.

Avukatlar neden aranamaz?
Oysa genelgenin dışında, avukatlık kanununun 58. maddesinde mesleği icra edenlerin neden aranamayacağı açıkça belirtilmektedir: “Avukatların, avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığı’nın vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır.
Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz.”
Hapishanelerdeki avukat görüş odalarının hem ses geçiren, hem de dışarıdan içerisinin olduğu gibi göründüğü biçimde düzenlendiği bilinmektedir. Bu uygulamayla tutuklu ve hükümlüler üzerinde baskı oluşturularak avukat görüşlerinin gizliliği ihlal edilmekte, en doğal hak olan savunma hakkı engellenmektedir. Adliye girişleri için yayınlanan genelge savunmanın ihlalinde son noktadır!
Avukatların müvekkillerine karşı sorumluluğunu hangi yasa koruyacak? Görülen/ görülecek davalardaki deliller, savunma notları, tanık bilgileri gibi savunmayı ilgilendiren haklar yok mu sayılacak? Yapılacak üst-çanta aramalarında üçüncü kişilerin niyeti nasıl anlaşılacak, görme yetkisinin olmadığı evraklara bakmasını kim engelleyecek? Adalet Sarayı’na girecek olan avukat, personel ve vatandaşın x-ray cihazlarından geçirilerek, elle yapılan üst aramalarından sonra yeterli güvenlik önlemlerinin sağlanacağı bu genelgeyle savlanmaktadır! Adliye girişlerinde sokaktaki adamın veya davası olan insanların güvenlik gerekçesiyle aramadan geçirilmesi rutin bir uygulama olmasına rağmen, avukatların konuya ilişkin itirazları haklı mıdır? Arama yapılacakların kapsamı hâkim ve savcıları da içerecek midir?  

BAYRAM SARI Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları