Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Müsilaj Agregat - M. Levent ARTÜZ
1989 yılının ekim ayının başı, evde büyük bir telaş, çalışma hayatının büyük bir bölümünde İstanbul Üniversitesi Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü Şefi olarak görev yapmış olan babam Hidrobiyolog İlham Artüz ve elektrik elektronik mühendisi kardeşim Bülent Artüz’ün yüzlerinden düşen bin parça!
‘Oluyor’ dediğini hatırlıyorum babamın!
Yaklaşık on senedir sürekli dile getirdiği, “yapmayın, etmeyin” diye tüm bilimsel çalışmalarını önlerine serdiği, sıkılmadan usanmadan uyardığı Marmara Denizi’nin ölümü ile sonuçlanacak o olay, o günlerde gerçekten de göz göre göre gerçekleşiyordu.
Çok değil sadece birkaç hafta önce ben, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde Marmara Belediyeler Birliği çevre sorumlusu olarak sunum yapmış, bu göz göre göre gelen durum için uyarılarımı dile getirmiştim!
Ben bir koldan, babam ve kardeşim diğer koldan, deniz üzerinde ölçümler yaparak süreci izliyorduk. “Haliç gözlerimin renginde olacak” diye başlayan süreç, Marmara Denizi’nde suda çözünmüş oksijenin tükenmesi ve balıklar başta olmak üzere tüm deniz canlılarının boğularak ölümüyle sonuçlanmıştı.
Marmara Denizi gözlerimizin önünde ölüyordu!
Sarı öküzün hikâyesini bilmeyen yoktur. Marmara Denizi’nde de her şey “sarı öküzün” verildiği bu tarihte başlamıştır. Zamanında dünyanın verimlilik açısından sayılı denizlerinden biri olan, genç, sağlıklı, zengin biyolojik çeşitliliğe sahip bu denizimiz bağlamında “sarı öküzün” verilmesi çok değil sadece 32 yıl öncesine dayanmaktadır. Ne acıdır ki 32 sene önce “Bu kadar büyük bir proje yapılırken mikroskobik canlıların ne önemi olabilir?” diyen zihniyetin, bugün işlev ve görünüşü ile bizi rahatsız eden plankton kökenli olgunun temelini attığını söyleyebiliriz.
Sarı öküzün verilmesi 1971 senesinde tamamlanan ve İstanbul kentinin atıklarının bertarafını arıtarak sağlamayı amaçlayan DAMOC projesinin, 1984 senesinde akla ve bilime aykırı bir şekilde ve doğa ve bilim ile inatlaşılarak revize edilmesi ve revize edilmiş bu yeni (!) projenin 1989 senesinde fiilen devreye alınması şeklinde gerçekleşmiştir.
İstanbul Kanalizasyon Projesi Revizyonu’nda (CAMP-Tekser), atıkların arıtılmasından vazgeçilmiş, sistem tüm bilimsel kanıt ve kurallara aykırı olarak atıkların kolektörler ile toplanıp Marmara Denizi’nin alt akıntısına, Karadeniz’e akar umuduyla “derin deniz deşarjı” adı altında, arıtılmaksızın basılması prensibine dayandırılmıştır.
SÜRECİN KENDİSİ SORGULANMALI
İtiraz eden bilim insanlarının haklı oldukları kısa bir sürede görülmesine rağmen uygulamada ısrar edilmiştir. Bu palyatif uygulama, ne yazıktır ki tüm Marmara Denizi genelinde hatta yurt genelinde yaygınlaşmıştır. Atıkların kuşaklama kolektörleri ile toplanıp, kirlenen ortam bypass edilerek arıtılmaksızın deniz ortamına basılması yani -pasaklı hizmetçinin pisliği halı altına süpürmesi- işin kolaylığı ve ucuzluğu bakımından neredeyse tüm kurum ve kuruluşlarca benimsenmiş, geçen zaman zarfında kolektörler (toplayıcı kanallar) ve ön arıtma sistemleri, kamuoyuna “arıtma” olarak lanse edilmiştir.
Zamanında bu projeyi savunanların “Marmara’da oksijen 30 yıldır azalmıyor” iddialarına ve tüm aklama çabalarına rağmen durum bu noktaya gelmiştir. 1989 yılında bu nadide ve kapı gibi denizimizin boğazına basılmış, nefesi kesilmiş, boğularak taammüden öldürülmüştür.
Bugün yaşadıklarımız ve gelecekte yaşayacaklarımızın hepsi, bu uygulamanın açık ve net sonuçlarıdır.
Bugün itibarıyla karşılaştığımız bu olgunun kendisi ve yarattığı durumu “her yıl tekrarlanan bir doğa olayı olduğu”, “Marmara Denizi’nin zaten sağlıksız olduğu”, “küresel iklim değişikliğinin eseri olduğu” gibi bahaneler üreterek küçümsemek veya “yanan konaktan lazımlık kurtarma” misali “durumun nasıl kurtarılacağı”, “nasıl temizleneceği”, “biyolojik, fiziksel veya kimyasal yapısı” gibi detayları tartışmak yerine sürecin kendisinin sorgulanması şart hale gelmiştir.
ACI BİR ‘İLK’
Bu sorgulamayla Marmara Denizi’ni eski haline getiremesek bile bu şekilde doğa ve bilim ile zıtlaşan yeni projelerde ısrar eden, ucuza kaçacağız diye karşımıza çok büyük maliyetler çıkaran “cin fikirleri” belki engelleyebiliriz.
Ders almamış olmalıyız ki halihazırda dünyanın en kirli nehirlerinden biri olarak kabul edilen Ergene Nehri’ni kuşaklama kolektörleriyle sarmalayarak pisliğini derin deniz deşarjıyla Marmara Denizi’ne basmamıza günler kaldı. Bu da yetmezmiş gibi Saros Körfezi’nde FSRU liman çalışmaları, kesilen ağaçlar, yok edilen meralar vb. nedenlerle kuzey ormanları da iç sularımız ve tüm denizlerimiz de ne yazıktır ki aynı yolun yolcusu olacak gibi gözükmektedir.
Yadsınamayacak tek şey ise dünyada ilk kez bir denizi planlayarak
tümüyle yok etmiş olduğumuzdur.
M. LEVENT ARTÜZ
HİDROBİYOLOG / SEVİNÇ-ERDAL
İNÖNÜ VAKFI MAREM PROJE
LİDERİ
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!