Üniversiteme dokunma
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

Üniversiteme dokunma

24.03.2017 09:13
Güncellenme:
Takip Et:

Üniversitelerdeki özgürlük ortamını en başta savunması gereken akademik yöneticiler, meslektaşlarını korumak ve savunmak yerine, kıyıma çanak tutuyor. YÖK ve yöneticiler topu birbirlerine atarak bir “akademik faili meçhul” döneminin başlatıldığı izlenimi veriyor.

 

Ülkemiz yine zor günlerden geçiyor. Ülke içinden ve Suriye bataklığından onlarca genç insanımızın ölüm haberleri bizi sarsmaya devam ediyor. Darbe girişimi sonrasında, uzunca bir süredir olağanüstü hal altında yaşıyoruz. Bu süreçte binlerce kamu görevlisi sorgusuz sualsiz işlerinden atıldı, askeri okullar kapatıldı. Onca insanımız mağdur edildi, aileleriyle birlikte geçim sıkıntısına sokuldu, perişan oldu.
Muhalefet partilerinden birinin milletvekilleri ve onlarca basın çalışanı hâlâ tutuklu. İşsizlik başta olmak üzere ekonomik kırılganlıklar had safhada. Yersiz ve zamansız bir referandum süreci yaşanırken, yıllardır ülkenin dört bir yanını saran toplumsal gerilim giderek tırmanıyor.

Gerçek yol gösterici
Bu ortamda bile asla göz ardı edilmemesi gereken bir önemli sorun daha var. Eğitimin her kademesinde, cumhuriyetimizin, “gerçek yol göstericinin bilim olduğu” ana ilkesinden ciddi sapmalar yetmiyormuş gibi, şimdi de üniversitelerimiz hedef tahtasında. Oysa yükseköğretim sistemimiz de bir sorunlar yumağı.
Son yıllarda yeterli altyapı ve öğretim elemanı sağlanmadan açılan onlarca üniversite, kalite sorununu iyice artırdı. Kısa sürede çok sayıda vakıf üniversitesi, uyarılara karşın, hiçbir sakınca görülmeden açıldı. Bunların bir bölümü son aylarda kapatılırken, o kuruluşlarda görev yapan onlarca öğretim elemanı, kendilerine hiçbir suç isnat edilmesine dahi gerek duyulmadan, işlerini kaybetti. Dahası, birkaç hafta önce, binlerce diğer kamu görevlisiyle birlikte çok sayıda meslektaşımızın da işine son verildi. Son dönemde işinden olan akademisyen sayısı, sadece ülkemizin değil, üniversiteler tarihinin eşi benzeri görülmeyen en büyük kıyımını temsil ediyor. Zaten yetişmiş eleman sıkıntısı çeken üniversitelerimiz için bu kıyım, aynı zamanda yıkım anlamı taşıyor.

Düpedüz hukuksuz
Suç işleyeni savunma gafleti içinde olamayız. Görevine son verilen meslektaşlarımızla ilgili olarak bildiğimiz tek şey, yasalar karşısında sanık bile olmadıkları, herhangi bir soruşturmadan dahi geçmeden, kendilerini savunma fırsatı dahi bulamadan öğrencilerinden, araştırmalarından koparılmış olmalarıdır. Kıyıma uğrayanların arasında akademik gelişmelerini yakından izlediğim, çalışmalarından yararlandığım, suç kavramıyla asla ilişkilendirilemeyecek meslektaşlarım da var. Bu toplu kıyım, açıkça ve düpedüz hukuksuz ve bunun da ötesinde vicdanlara sığmayacak yanlış bir uygulamadır. Hükümet kanadının “bu konuda yanlış yaptıysak, onarırız” anlamındaki, önce ceza- sonra soruşturma yaklaşımı ve hukuku tersyüz eden söylemi, sormak isterim hangi hukuk anlayışıyla bağdaşabilir? Bu söylem doğrultusunda bile hâlâ en ufak bir adım atılmamış olması kaygı verici bir durumdur.

Barış bildirisi
Kıyıma uğrayanlar arasında “muhalif” ve barış bildirisine imza atan meslektaşlarımızın da olması olağanüstü hal hukukunun bile dışına çıkıldığını gösteriyor. O bildiriyi imzalayan ve kıyım kapsamı dışındaki meslektaşlarımız görevlerini canla başla ancak tedirginlik içinde sürdürebiliyor. Söz konusu bildirinin içeriğine katılsak da katılmasak da şunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Söz konusu bildiri, kesinlikle ifade özgürlüğü kapsamındadır. Bu içerikte bir bildiriye imza atmak, dünyanın hiçbir uygar ülkesinde işten çıkarılmak şöyle dursun, soruşturma nedeni bile olmaz, olamaz. İfade özgürlüğü ise, bizim ağır aksak işleyen demokrasimizde bile her yurttaşımız için temel bir haktır.
12 Eylül 1980 darbesinin zaten iyice aşındırdığı özgür üniversite ortamı, bugünlerde “üzerine ölü toprağı serpilmiş” tanımlamasını hak edecek derecede dibe vurmuş durumda. Üniversitelerdeki özgürlük ortamını en başta savunması gereken kimi akademik yöneticiler, meslektaşlarını korumak ve savunmak yerine, ne acıdır ki, tersine bir yaklaşımla kıyıma çanak tutuyor. YÖK ve üniversite yöneticileri topu birbirlerine atarak, ihbarcılığın kol gezdiği bir “akademik faili meçhul” döneminin başlatıldığı izlenimi veriyor.

Yanlış uygulamadan dönülsün
Hatırlatmak isterim: Üniversite, uzun bir akademik tarih sürecinde kökleşen temel ilkelerin, bütün bileşenleri tarafından içselleştirildiği bir kurumdur. Toplumun istisnasız her kesiminden, liyakat esasına göre seçilmiş bilim insanlarından oluşur. Her türlü düşünceye açık özgür bir ortamdır. Bu özellikleriyle toplumun can damarlarından biridir. Her koşulda özenle korunması gerekir. Akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü olmadan, adı ne olursa olsun bir üniversitenin varlığından söz edilemez. Öğretim elemanı olmak ise, bol kazançlı diğer işlere sırt çevirip yaşamlarının en güzel yıllarını tam anlamıyla meşakkatli bir eğitim sürecini tamamlamaya hasretmek demektir. Sonrasında, eşlerden-çocuklardan çalınan zaman pahasına, genç beyinlerin bilgi edinmelerine, niteliklerini geliştirmelerine destek olmak için bilimsel bir ortam sağlamaya çalışmak, gece-gündüz demeden araştırmak, yayın yapmak, toplumsal hizmette bulunmak demektir.
Yaşamımın yarım asırdan fazla bir bölümünü çeşitli üniversite ortamlarında geçirdiğim için şanslıyım ve gururluyum. O eşsiz çalışma ortamını bana sağladıkları için, içinde yer aldığım bütün akademik topluluklara ve ülkeme şükran borçluyum. Ama bir o kadar da kaygılı ve itiraf etmeliyim ki, son gelişmeler karşısında kırgın ve tabii ki öfkeliyim. Sesime kulak verir misiniz bilmem ama ülkesini çok seven, onun geleceğinin aydınlık olmasını isteyen bir yurttaş olarak, boynumun borcu olduğu için, bu kıyıma son verin çağrısında bulunuyorum. Haksız-hukuksuz başlatılan bu yanlış uygulamadan bir an önce dönün. Hiçbir suç işlemedikleri halde görevlerinden uzaklaştırılan bütün bilim insanlarını, hak kayıplarını da gidererek, göreve çağırın. Bununla da yetinmeyin, düşünce ve bilimsel araştırma özgürlüklerini güvence altına alın ki, çocuklarımız, torunlarımız ve aslında bütün toplum, meslektaşlarımızın uzun yılların emek ürünü birikimlerinden hiç ama hiç mahrum kalmasın.  

FİKRET ŞENSES
Prof. Dr., ODTÜ, İktisat Bölümü, Yükseköğretim
Kurulu (YÖK) Eski Üyesi

Yazarın Son Yazıları

Bu çığlığı duyun! - Mustafa Gazalcı

MESEM, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sözde mesleki teknik eğitim merkezleri uygulaması.

Devamını Oku
16.12.2025
ABD’nin esnek realist stratejisi - Nejat Eslen

11 Eylül’ün hemen sonrasında ABD, tek kutuplu dünya düzeninin verdiği cesaretle küresel egemen güç olmanın hayallerini kuruyordu.

Devamını Oku
16.12.2025
Çağdaşlık yolunda bir ömür - Hüseyin Karataş

Çağdaşlık eksikliğine ve dokunulmazlara dokunan sevgili hocam Prof. Dr. Türkan Saylan...

Devamını Oku
13.12.2025
Geleceğin savaş alanı, Türkiye ve Karadeniz - Doğu Silahçıoğlu

“Erken Cumhuriyet dönemi”nde (1923-1938) savunma sanayisindeki gelişmeler Türkiye’yi; başta uçak olmak üzere harp silah araç gereçlerinde dış satım yapan bir ülke konumuna getirmişti.

Devamını Oku
12.12.2025
Gençlik MESEM’den büyüktür - Kaan Eroğuz

AKP iktidarı tarafından 2016 yılında örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınan mesleki eğitim merkezleri (MESEM), çocuk işçiliğinin yaygınlaşmasında ve “kurumsallaşmasında” kritik bir rol oynuyor

Devamını Oku
12.12.2025
İnsan onuru ve demokrasi - Ayşe Atalay

TDK sözlüğünde “onur” kavramı insanın kendisine karşı duyduğu saygı olarak tanımlanıyor.

Devamını Oku
11.12.2025
Komisyonda emekçinin adı yok - Şükrü Karaman

Milyonlarca emekçinin yeni ücrete ilişkin alacağı kararı merakla beklediği Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışmalarına yarın başlayacak.

Devamını Oku
11.12.2025
Karadeniz’de neler oluyor? - Can Erenoğlu

Dünyanın en güvenli ve istikrarlı denizi Karadeniz dünyanın en tehlikeli deniz alanına mı dönüştürülüyor?

Devamını Oku
10.12.2025
Gelir adaletsizliği tırmanıyor! - Devrim Onur Erdağ

Türkiye'de emeğin değeri uzun zamandır siyaset meydanında sıkça dile getirilen bir konu.

Devamını Oku
10.12.2025
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk - Doğan Sevimbike

Yanis Varoufakis’in No Kings Means No Barons başlıklı yazısı, çağımızın ekonomik ve siyasal düzenini “yeni bir feodalizm” olarak niteliyor.

Devamını Oku
09.12.2025
Erdoğan’ın 2005’teki hayalleri - Kadir Serkan Selçuk

Yıl 2005. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, o dönem henüz el konmamış olan Sabah gazetesinin 20. kuruluş yıldönümü için gazeteye bir yazı yazmıştı.

Devamını Oku
09.12.2025
Terörist başının ayağına gitmek... - Hatice Topçu

Ulus devletler; tarih bilinci, ortak coğrafya ve dil birliğine dayanır.

Devamını Oku
08.12.2025
‘Kırkyama’ siyaset… - Prof. Dr. Utku Yapıcı

Türk siyasetinde son yıllardaki en ilginç gelişme siyasi kimlikler düzleminde yaşanıyor.

Devamını Oku
08.12.2025
Çocuklarımız artık kimsesiz mi? - Özgür Hüseyin Akış

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında söylenmiş bir cümle hâlâ kulaklarımızda çınlar:

Devamını Oku
07.12.2025
Çözüm mü, çözülme mi? - Ülgen Zeki Ok

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki kirli emellerinin önündeki en büyük engel olan Atatürk’ü Türk halkının yüreğinden söküp atmak, yani öldürebilmek için bir gri propaganda yöntemi uyguluyor.

Devamını Oku
06.12.2025
Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025