Orhan Bursalı
Orhan Bursalı obursali@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yeni Durum'un Şifreleri - 2

25 Mart 2013 Pazartesi

Öcalan’ın 21 Mart Nevruz açıklamasında, “Yeni Osmanlı”cıların izlerini süreceğiz bu yazıda... Bu izlerin, aslında Abdullah Öcalan’ın daha önceki teorik görüş ve değerlendirmeleriyle bir ilgisinin olmadığını söyleyebiliriz. Öcalan’ın mesajında net olarak görülüyor ki, söylemini değiştirmiş, RTE ve Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlıcılık, ulus devletlerin sonu ve Ortadoğu’da İslamın birleştiriciliği ile yayılma politikası”nın aracı veya paydaşı olmuştur...

\n

Öcalan’da bu söylem değişikliğinin politik mi, mecburiyetten mi, bir kişisel ve politik açmazdan/tıkanmışlıktan mı kaynakladığı üzerine, sonraki yazıda değineceğim...
Öcalan, Anadolu’da “
farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan” büyük medeniyeti, “Son iki yüz yıllık fetih savaşları, Batılı emperyalist müdahaleler, baskıcı ve inkârcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır..” diyor.
Davutoğlu da benzer düşüncede! Bu nedenle, Osmanlı’nın temsilcileri Yeni Osmanlılar olarak Ortadoğu’yu “
tarihi bakiye” biçiminde görüyor ve bölgede hak iddia ediyor. Bu bakışın temelinde şüphesiz Kürtler var, bir de örneğin Suriye ve Irak Sünnileri! Ama durum; önce şu Öcalan’ın yanlış görüşünü eleştirelim:
Öcalan, kapitalizm ile ulus devletlerin ortaya çıkışı arasındaki temel tarihsel, ekonomik ve siyasi bağı ve mekanizmayı unutmuş! Osmanlı’nın dağılmasını kastediyorsa, bunun temel nedeni, kapitalizmin sosyal ve kültürel bütün unsurlarıyla (kiliseyi deliğine tıkmasının yanı sıra) imparatorluklar çağını sona erdirmesi, ulusçuluğu ve ulusal devletleri ortaya çıkarmasıdır; bu bir tarihsel olgudur... Osmanlı’daki parçalanma, sanayice daha gelişmiş ve İslam olmayan diğer etnik kimliklerin öncülüğünde (Yunanistan, Bulgaristan vb.) başlamıştı. Osmanlı Ermenilerinin ayrılıkçılığı da 19. yüzyıla dayanmasına rağmen, Türkler ve Kürtlerle iç içe Anadolu’da yaşadıkları için, bunu başaramadılar. Eğer imparatorluğun uç kısımlarında yaşıyor olsalardı, bugün bir
“Ermeni meselemiz” olmayacaktı!
Ortadoğu’da ulusal devletlerin doğuşunda, Batılıların katkısını şüphesiz kimse inkâr edemez. Ama ulusal ayrışmalar döneminde, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış
“Arap” kimliğiyle Türk’ü bir arada tutmak zaten mümkün olamazdı. İslami referans bile! Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da “Arapça anadilli” 19 ülke var! Bu ayrılıkları salt emperyalist müdahale ile açıklayamayız. Ulusal ayrışmalarda dil ve din bile bazen birleştirici olamıyor, coğrafi ve yerel gelenek ve özellikler de öncelikli olabiliyor.
Özetle, Öcalan’ın 200 yıllık sürece sanal sınırlar ve yapay problemler olarak yaklaşmasını, kendi teorik donanımı ile değil, sürece tam da böyle bakan
Davutoğlu ve Erdoğan’ın tezlerini benimsemiş olmasıyla açıklayabilirim. Öcalan’ın, Yeni Osmanlıların tezleriyle birleşmesinin olası nedenlerini ve bunun Kürt hareketine yeni açılımlar kazandırma şansını, sonraki yazıda açmayı deneyeceğim...
Öcalan, RTE ile vardığı anlaşmayı, yeni Osmanlıcılığın zorunlu vardığı durak olan
“çokulusluluk” olarak açıklıyor. “Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak (Türk/iye gibi), bizim aslımızı ve özümüzü inkâr eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır... Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.”
Yani, Türkler ve Kürtler olarak iki eşit etnik varlık, coğrafyamızda tek değil çokuluslu birliktelik… Birleştirici bayrağımız da İslam...
İslam konusunda, eğer doğrudan Davutoğlu ile teorik-pratik tartışmalar yapmadıysa İmralı’da, MİT Müsteşarı
Hakan Fidan aracılığıyla bu konuda fikir birliği oluşmuş. Öcalan, ilk heyetle görüşmesinde de Kuran-din İslami geçmişi konusunda tüyolarını ve anlaşmasını önceden vermiş bulunuyordu! Bir ikinci vahiy dönemi gibi bir şey...
Öcalan,
Atatürk ve kurduğu ulusal devlete de şöyle saldırıyor: “Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkâr eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.”
Bu konuda da, Atatürk dönemini her şeyiyle tamamen tasfiyeye yönelen, ulusalcılıkla hesaplaşmalıyız diye bunu açıkça söyleyen Erdoğan+Davutoğlu ile birlik içindedir.
Şimdi ise yeni bir kuruluş dönemi başlatıyor, tıpkı
“TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır... Tıpkı yakın tarihte Misakımilli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.. Misakımilli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir ‘Milli Dayanışma ve Barış Konferansı’ temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum. Bölge halkları yeni şafakların doğuşuna şahitlik etmektedir. Savaşlardan, çatışmalardan, bölünmelerden yorgun düşen Ortadoğu halkları artık kökleri üzerinden yeniden doğmak, omuz omuza ağaya kalkmak istiyor...”
Bu son noktayı, Ortadoğu’da parçalanmış Kürdistan’ın da (Türkmenler de!) birleşmesi çağrısı olarak görmeliyiz..
Bu hedef, Öcalan ile Erdoğan+Davutoğlu’nun, önlerine koydukları Türk-Kürt ulusal devletleri, federasyonu gösteriyor...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları