Özdemir İnce

Huysuz tamirci

29 Eylül 2019 Pazar

Osmanlı hanedanı dilimiz Türkçeyi beğenmedi. Enderun dönmeleri ve medrese ulemayla birlikte Arapça- Farsça-Türkçe türlüsünden kendisine bir sentetik dil olan Osmanlıcayı uydurdu. Ama sarayda Türkçe konuşuyordu. Osmanlıca sadece resmi yazışmalarda ve şiirde kullanılıyordu. Ulema uyduruk kitaplarını kötü bir Arapçayla yazıyordu. Dil devrimi bu ağır yanlışı düzeltti ve halkın diline sahip çıktı.
Osmanlı, İslamın ve ulemanın etkisiyle ve rekabet olasılığından korkarak, devlet kurucusu halkın Türk kimliğini horladı ve kimlik sıralamasının en altına gönderdi. Türk halkı dilini unutmadıysa da kimliğini neredeyse unuttu ve ancak Cumhuriyet sayesinde hatırladı.

***

Bu gerçeği gören genç bir Cumhuriyetçi olarak devrimlere inandım ve izlerinden gittim. Toplumsal eşitsizliklere ve kör otoriteye karşı çıkma ahlakı edindim. Yirmi yaşıma kadar okumam gereken ne varsa okumuştum. Ankara’ya genç bir şair olarak geldiğim zaman kimse karşısında ezilmedim. Kimseye, hiçbir yazar ve şaire hayran değildim. Benden yaşlı olanlara saygı duydum, ama karşılarında eğilmedim. İstanbul’u sevmedim, karşısında kompleks duymadım. Fransızca öğretmeni oldum. Bir sınav kazanarak Fransa’da ek öğrenim gördüm. Batı’dan ürkmedim, karşısında tırsmadım. Kendimi karşısında sınadım.

***

Otuzlu yaşlara yaklaştığım sırada edebiyat ortamında müthiş bir otorite saltanatı vardı. Ama bende de donanım vardı. Kemal Tahir’in Devlet Ana romanı yayımlandığı zaman yer yerinden oynadı. Roman sanatı aşılmıştı (!) Herkes övgü düzerken ben Dost dergisinde kıyasıya eleştirdim. * Muğla’da Fransızca öğretmeniydim ve 29 yaşımdaydım. Sebebi ne olursa olsun kimseden ses çıkmadı.

***

Yazmak için özgür bir kafa ve yürek gerekir. Siyasal baskı, özgür kafa ve yüreği susturamaz, ama yaşlı kuşağın baskısı genç yazarı susturur. Yaşlıların yaptığı yanlışlar bile mücevher sayılır. Genç kuşaklar eziliyor ve susuyorlardı.
Yaşlı kuşaktan Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Vedat Günyol, Kemal Tahir gibi edebiyat devlerini eleştirdim. Herkes deli olduğumu düşündü. Bastonla dayak yiyecektim. Olmadı. M. C. Anday ile dost olduk.

***

1910 kuşağının baskısı yetmezmiş gibi İlhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar ve Ece Ayhan İkinci Yeni’nin halifelerine dönüştürüldü.. Onlarla da cenk ettim. Onlardan da ses çıkmadı. Ama benden yana da kimse çıkmadı. Çünkü edebiyat ortamında sırasını bekleyen çorbayı içer anlayışı egemendi. Barış içinde birlikte yaşama şiarı her şeye göz yummayı gerektiriyordu. Bir de meyhane arkadaşlığı raconu vardı. Hatır kırılmaz (!)

***

Öğretmenlik yaparken yanlışlar karşısında işim kolaydı, çünkü not veriyordum. Televizyonda da kolaydı, çünkü müdür yetkilerim vardı. Editörlük yaparken daha kolaydı, çünkü gereken düzeltmeyi yapmayanın kitabını yayımlamıyordum.
Ama gazete yazarlığı çok başka. Hürriyet’te yazarken, bir yandan dinbaz ve yandaş gazeteler ve yazarları, bir yandan yandaş troller, bir yandan da davalar, müthiş bir saldırı altındaydım.

***

1980’lerden bu yana edebiyat dünyasında, daha sonra da gazete yazarlığında, yanlış kullanılan sözcük ve kavramları yanlışları düzeltmek saplantım oldu, yanlışların hiç peşini bırakmadım. Ortak Akıl konusundaki inadımı biliyorsunuz. Örneğin Fransızcada “Raison d’Etat” diye bir şey var. Birisi “Devlet Aklı” diye Türkçe karşılık bulmuş. Devlet Aklı aşağı Devlet Aklı yukarı. Oysa Osmanlı bunun tam karşılığını bulmuş: “Hikmet-i hükümet” (devletin yararı gereği). “Derin Devlet” de denilebilir. Unutmayalım ki ülkemizde kanun hükmünde kararnameler (KHK) hep devletin yararı gereği çıkarılmaktadır.

***

Basın dünyası tıpkı edebiyat dünyası gibi. Belki daha beter. Yazdığım uyarıcı yazılar umursanmadığı için artık ilgililere özel mesajlar gönderiyorum. Bu yazıyı bir genç meslektaşıma bilgi vermek için yazdım.

* Ne Altın Ne Gümüş, Doğan Kitap, 2003, s.21  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Din ve vicdan hürriyeti 13 Aralık 2024
Üst kimlik olarak İslam 10 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları