Tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkmayı beceremedik bir türlü...

22 Kasım 2008 Cumartesi

UNESCO’nun “dünya mirası listesi”nde yer almak Türkiye için son derece önemli. Bugün Türkiye’den 9 kültürel varlık bu listenin içinde: Ancak listede  yer alan eserlere yönelik yeterli korumanın sağlanması da şart. UNESCO'nun tarihi mirasa sahip çıkma konusunda yaptığı çalışmada ne yazık ki Türkiye  bir türlü başarılı olamıyor.

9 tarihi yerden 5'inde notumuz kırık çıktı. Yalnızca 2 yerde kriterlere uygun durumdayız. Üstelik UNESCO İstanbul’un tarihî alanlarını korumak için acilen harekete geçilmezse eserleri ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’ne alacağı uyarısında bulundu. Biz de bu konuyu Doç. Dr. Deniz İncedayı  ile konuştuk. İncedayı mimar ve tasarımcı. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi’nde Öğretim Üyesi. Aynı zamanda  UNESCO İstanbul Dünya Mirası İzleme Komitesi Üyesi...


Sizce neden Türkiye tarihi  ve kültürel mirasına sahip çıkamıyor?

Unesco’nun tarihi miras listesine aldığı alanlar özel miras değerleri barındırıyor. Doğal ve/ve de kültürel açıdan dünya ve uygarlık tarihi açısından özgün ve benzersiz varlıklar. Bu nedenle de bu alanlara dünya ülkeleri adına, uluslararası platformda sahip çıkmak, bir izleme süreci oluşturabilmek önem taşıyor.  Böylesi bir sorumluluk tahmin edeceğiniz gibi, belirli kriterleri, değerlendirme ölçütlerini gerektiriyor. 

Türkiye de Unesco’nun kurucu üyelerinden. Bildiğiniz gibi,  doğa ve kültür varlıkları açısından topraklarımız inanılmaz derecede zengin ve bildiğiniz gibi bu zenginlik sürekli yeni buluntularla artıyor. Ancak böylesi bir coğrafyada bulunmamıza karşın, koruma kültüründe önemli eksikliklerimiz var. Koruma, çok aktörlü gelişmesi ve paylaşılması gereken bir süreç. Öncelikle toplumla, bölge sakinleriyle, her aşamada yönetim birimleriyle, ve tabii ki uzmanlarla yoğun işbirliği gerektiriyor. Sürece,  kısa vadeli değer yaratma olarak bakılmamalı. Sanırım bizim sorunumuz koruma kültürünü henüz toplumda yaygınlaştıramamış olmamız, yönetim birimlerinin de aceleci ve sorunu kısa vadeye dönük olarak görmeleri. Bu nedenle, bilimsel kriterlere uygun ve çağdaş olmayan örnekler verebiliyoruz. Koruma süreçlerinde rant yaklaşımı belirleyici olabiliyor, kısa vadede planlanan süreç daha çok yüzeysel bir mimari/kentsel tasarım yaklaşımını, doğal alanda yüzeysel çevre değerlendirmesini beraberinde getirebiliyor.  

Siz, UNESCO Dünya Mirası İzleme Komitesi üyelerindensiniz... Bu komitenin görevleri ne? Kaç kişiden oluşuyor?

2006 Temmuz ayında Litvanya’nın Vilnius kentinde yapılan Dünya Mirası Komitesi’nin 30. dönem toplantısında, İstanbul’un listeye kayıtlı tarihi alanları için bir izleme süreci önerilmişti. 2006-2008 döneminde tarihi kent merkezindeki koruma çalışmaları ve gelişmeler İstanbul’da kurulacak “İzleme Komitesi”yle işbirliği içinde yürütülecek ve koruma alanları için “alan yönetim planı” hazırlanacaktı. Bu çalışmaların başarıyla sürdürülmesi için İstanbul Valiliği başkanlığında oldukça katılımlı, farklı kurumların, yönetim birimlerinin, üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin temsil edildikleri bir komite kuruldu. Komitenin temel görevi, listeye kayıtlı alanlardaki uygulama ve yaklaşımları sorumlu olarak izlemek, koruma sorunlarını tartışarak paylaşmak, süreci destekleyerek kolaylaştırıcı olmaktı. İzleme süreci çeşitli toplantılarla ve tartışmalarla yürütüldü. Olumlu gelişmelerin yanında belirli alanlarda olumsuz notlar da 2008 raporuna eklendi. Sonuçta, Temmuz 2008’de Kanada’nın Quebec Şehri’nde yapılan 32. dönem  toplantısında İstanbul için bir yıllık yeni bir izleme süreci kararı alındı. Ayrıca, Unesco’nun 2009 dönem toplantısı öncesinde, Şubat 2009 başında Unesco tarafından çok önemsenen, kayıtlı alanlara ait “alan yönetim planı”nın hazırlanması ve gönderilmesi bekleniyor.

İstanbul'un "Risk altındaki miras listesine" alınma tehlikesi  ne anlama geliyor? Bunu önlemek için ne yapmak gerekiyor? 

Evet,  “risk altındaki miras listesi”ne alınma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bunu engellemek için, Şubat 2009’da sözünü ettiğim “alan yönetim planı”nın Unesco  kriterlerine uygun biçimde hazırlanması, kurumlar arası ve çok aktörlü bir koruma sürecini tanımlar biçimde sunulması gerekiyor. Birçok batı ülkesinde benzer alan yönetimi çalışmaları, planlamaları var. Ayrıca son 33. dönem toplantısı için hazırlanacak olan raporda listedeki alanlarda olumlu gelişmelerin izlenmesi, belirtilmeleri, koruma sürecinin uluslararası bilimsel kriterlere uygun biçimde yürütülmesi gerekiyor.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti

İronilerle dolu bir hazırlık süreci....

2010 yılında, Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pecs şehirleriyle birlikte Avrupa’nın 3 “Kültür Başkenti”nden biri olacak olan İstanbul, oluşturduğu komiteler ve danışma kurullarıyla hazırlıklarını sürdürüyor. Tabii ki iyi şeyler de yapılıyor ancak bütünsel eleştiriler de varlığını konuyor. İncedayı, "2010 hazırlıklarının, kültürü yücelten, kültür değerlerine saygıyı, çağdaş korumayı ve dönüşümü destekleyen bir süreci yaratması beklenirken, diğer taraftan süreç, zaman sınırı kullanılarak belirli rant projelerinin uygulama alanına da dönüşebiliyor" diyor.

Bir yandan UNESCO’nun uyarıları öte yandan 2010 yılında İstanbul'un  Avrupa’nın kültür başkenti olması. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2010 projesi kapmasında yapılanları yeterli buluyormusunuz? Farklı ne yapılabilir?

Haklısınız, bu alanda ciddi bir çelişki yaşanıyor. 2010 yılında AKB’ne hazırlanan bir kentte diğer taraftan uluslar arası kabul edilmiş kültür değerlerinin bilimsel, çağdaş, etik değerlere bağlı kalarak korunamaması ironik bir durum yaratıyor. AKB sürecinde de, koruma sürecinde karşımıza çıkan süreçlere benzer gelişmeler yaşıyoruz. Mekanların hazırlanması amacıyla, mimari - kentsel stratejilerin yeterince araştırılmadan, aceleci gelişen dönüşüm projeleri, mekanın  özgünlüğünün kaybına neden olabilecek uygulamalar var. 2010 hazırlıklarının, kültürü yücelten, kültür değerlerine saygıyı, çağdaş korumayı ve dönüşümü destekleyen bir süreci yaratması beklenirken, diğer taraftan süreç, zaman sınırı kullanılarak belirli rant projelerinin uygulama alanına da dönüşebiliyor. Bu konularda daha şeffaf, araştırıcı ve kamusal tartışma alanları açan bir tutum kalıcı kazançlar getirecektir. Gelinen aşamada, yalnızca kent siluetine, çehresine yeni binalar eklemek ya da mevcut doku ve de binaları yeni çehrelere (imajlara) büründürmek değil; belirli bir yaklaşımı, çevre ve koruma kültürünü yaratabilmek, bu noktalarda sorgulayıcı olabilmek de kent için en  az fiziksel katkılar kadar değerli olacaktır.
  
İstanbul son derece özel bir kent. Ancak sürekli bir değişim içinde..Yeni yollar, köprüler, devasa alışveriş merkezleri...Öte yandan yılların  Harbiye şehir tiyatrosunun yıkılması, kentsel dönüşüm projeleri adına yapılanlar. Halbuki örneğin bir Avrupa kentine gittiğimzde genelde korumacılığın ön planda tutultuğunu görüyoruz. Orada da kentler büyüyor ama kontrollü bir şekilde. Bir mimar gözüyle baktığınızda bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Değişim kentin ayrılmaz parçasıdır. Yaşam değiştikçe, kentsel mekanda da yansımalarını bulur. Ancak kentsel dönüşüm denilince, kontrolsüz ve piyasa baskılarına teslim olmuş bir gelişim süreci anlaşılmamalı. “Kentsel dönüşüm” kavramı günümüzde, köhneleşmiş, sağlıklı yaşam koşullarını sağlayamayan kent parçalarının yeniden ele alınmaları anlamında kullanılıyor. Ancak böylesi bir süreçte öncelikler, politikalar ve yaklaşımlar mimari ve kentsel tasarım açısından son derece önemli. Ülke olarak birçok kentsel sorunu bir arada yaşıyoruz, göç sorunumuz, kültür süreçlerine ait sorunlarımız, ulaşım ve nüfus sorunlarımız var. O nedenle bu süreç özellikle büyük kentlerimizde hassas ve araştırmacı yaklaşımlarla ele alınmalı. “Dönüşüm” adına belirli alanların kimliğini yitirmesi, sakinlerinin o alanlardan uzaklaştırılmaları, rant kriterinin ön plana çıkartılması bugün batıda kolay rastlanmayan bir yöntem. İzlediğim son Avrupa ülkeleri dönüşüm projelerinin aktarıldığı toplantıda, bu süreçte özellikle kamu hakları, entegrasyon çözümleri, bölge sakinlerinin konumu ve yabancılaşma sorunlarına değinildi ve “soylulaştırma” yaklaşımının aşıldığı, mekansal dönüşümlerde sosyal ve kültürel boyutlar araştırmasının ve kamusal düşüncenin ağırlık kazandığı sıklıkla vurgulandı. Ülkemiz için de bu alandaki çağdaş yaklaşım ve yöntemlerin, araştırmalarla desteklenerek benimsenmesi ve uzun vadede planlanması kanımca yararlı olacaktır. Diğer taraftan araştırmalara, bilimsel değerlendirmelere, uzman görüşlerine yeterince ağırlık vermeden yapılan çalışmalarda ekonomik ve siyasal baskılar belirleyici olabilmektedir. Böyle bir anlayış kentsel mekanda kültür değerlerinin, soyut değerlerin, doğal değerlerin yitirilmesine, kamu ve insan haklarının göz ardı edilmesine ve çoğulculuğun ve şeffaflığın mekanda reddedilmesine neden olur.  Bu noktada uzmanlar ile yöneticilerin işbirliği ve “ortak kazanım” anlayışını benimsemeleri doğru olacaktır.

Türkiye'deki Dünya Miras Listesi

* Nevşehir, Kapadokya Peri Bacaları ve Göreme Milli Parkı

* Sivas, Divriği Büyük Camii ve Hastanesi       

* İstanbul Kenti tarihi alanları      

* Çorum, Hitit medeniyeti başkenti Hattuşaş

* Adıyaman, Nemrut Dağı Taş Kral Başları     

* Denizli, Pamukkale Hierapolis  

* Muğla-Antalya, Xanthos-Letoon  

* Karabük, Safranbolu Evleri 

* Çanakkale, Truva Antik Kenti



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları