Öztin Akgüç

Niteleme, Betimleme, Aşağılama

30 Kasım 2014 Pazar

Eleştirileri önlemek, muhalif sesleri kısmak, eleştirenleri cezalandırmak amacıyla
yönetenlerce sürekli hakaret davaları açılıyor. Hürriyeti bağlayıcı cezaların yanı sıra yüksek, gerçekten susturucu parasal, maddi tazminat taleplerinde bulunuluyor. Oranını bilmiyorum ama dava açanlara tazminat ödenmesine ilişkin mahkeme kararları basına yansıyor.
Hakaretin unsurları nelerdir? Niteleme, kişiyi tanımlama, tasvir etme, betimleme ile kişiye hakareti, aşağılamayı nasıl ayırt edeceğiz? Niteleme, tanımlama, aşağılama sözcükleri arasında bir ayrım yapmazsak, kavramlara açıklık kazandıramazsak, “hakaret davaları”, fikir özgürlüğünün başında Demokles’in kılıcı gibi asılı kalacak, baskı aracı oluşturacaktır.
Sıfatların, açıklanması lügatlerde hatta bazı tanımlar yasalarda yer almıştır. Kişinin edimi, davranışları lügatlerde hatta yasalarda yapılmış tanımlara uyuyorsa, o kişi hakkında “hırsız, sahtekâr, düzenbaz, dolandırıcı, hilekâr” sıfatlarını kullanmak hakaret sayılabilir mi? Eylemi, edimi, davranışı, bu nitelemelere uyan bir kişiyi, başka hangi sıfatlarla tanımlayabilirsiniz? Eyleme, edime, davranışa uygun olmayan sıfatları kullanılması yanıltıcı olmaz mı?

***

Kişiler bazen betimlenirken, davranışları, fiilleri tasvir edilirken tarihi olaylardan, tarihi kişiliklerden yararlanılıyor, diğer canlıların davranışlarıyla da benzerlikler kuruluyor. Benzerlikler, benzer davranışlara, benzer kişiliklere yollama yapılması hakaret sayılabilir mi? Benzetmeler yapmazsanız, benzerlikleri ortaya koymazsanız, o kişiliği nasıl betimleyecek, gözler önünde canlandıracaksınız? Benzerlikler, benzetmeler, mizah türünde, karikatür şeklinde de olsa aşağılama olarak nitelendirilemez. Aşağılama olarak algılanıyorsa, kişinin davranışlarını, değer yargılarını değiştirmesi gerekir.
Aşağılama, hakaret konusunda genelleme yapılamaz. Kişiye göre değerlendirme yapılması gerekir, aşağılama kişiye özgüdür. Bir kişi için niteleme, tanımlama sıfatı, sözcüğü, diğer bir kişi için gerçeğe uygun olmayabilir, kamuoyunda yanlış, küçültücü izlenimler uyandırma amacıyla kullanılmış olabilir.
Hakaret davalarının fikir özgürlüğünü sınırlamaması, kişiler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmaması için, niteleme, tanımlama, hakaret kavramlarına açıklık getirilmesi gerekir. Bu konuda görüş, içtihat geliştirecek olan merci de yüksek yargı organlarıdır.
Türkiye’de her alanda olduğu gibi yargı alanında da itibar kaybı yaşanıyor. Yargı alanında yaşananları eğitim yetersizliğine bağlıyorum. 1980’li yıllarda başlayan yanlış tutumların, politikaların sonuçlarını yaşıyoruz.

***

Türkiye’de vakıf üniversitelerinin açılması, devlet üniversitelerinin sayısının artması için gerekleri yapıldığı sürece kimse karşı çıkmaz, hatta destekler. Ancak üniversite kurmak bir yerleşke bulup içine bilgisayar donanımı oturtmak değildir. Eğitim kalitesini eğitmenler ve öğrencileri belirler. Eğitmensiz öğretim kurumu, hele hele üniversitede hiç olamaz. Yalnız adı üniversite olarak kalır. Ayrıca bu bağlamda bir kolaylığa da kaçıldı. Hukuk fakülteleri açmak araç, gereç, laboratuvar hatta yetişkin öğretim üyesi gerektirmediğinden, her üniversitede kolayca hukuk fakültesi açıldı. Bir de çok sayıda öğrenciyi üniversiteye yerleştirmek başarı sayılınca, düşük puanlı öğrencilerin önemli bir bölümü, seçim hakkı da tanınmaksızın hukuk fakültelerine yerleştirildi. Günümüzde yargıda yaşananlar, geçmişte, yapılan hataların bir ürünü, bir sonucudur. Aynı hataların daha vahimini yaparak farklı sonuçlar bekleyemeyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları