184, şikayetim var!

08 Aralık 2012 Cumartesi

Bir ülkede 5 ayda, buzdağının görünen yüzü olarak sadece resmi makamlara yansıyan rakamlara göre üç bin sağlık çalışanı şiddete maruz kalıyorsa;

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin diğer kamu çalışanlarına göre 16 kat fazla olduğu sonucuna, yine resmi makamlarca varılabiliyorsa;

Sistemin gereği olarak ancak 5’er dakikalık muayene süreleri içinde baktıkları hastaların sayısı üzerinden performansları değerlendirilen doktorlardan bu şekilde, hastalara yeterli ilgi ve şefkati 5 dakikalık zaman dilimlerinde göstermeleri ve hastalıklara doğru teşhisi koymaları bekleniyorsa;

Vatandaşın hastanelerde sesini ve şikâyetini duyurmak için kurulduğu iddia edilen fakat istismara son derece açık olan Sağlık Bakanlığı Bilgi İletişim Merkezi (SABİM) büyük oranda, doktorları elle tutulmaz gerekçelere dayanarak şikâyet ve rencide etme, aşağılama, onlara çamur atma amaçları için kullanılıyorsa;

Hastanın “Doktor benim terliğimi giydirmedi, hasta haklarımı kullanacağım!” diyerek celallenip şikâyet etmesi üzerine bile doktordan anında savunma talep edilebiliyorsa;
Doktorun hiç muayene etmediği kişilerden gelen şikâyetler bile ciddiyetle değerlendirilip doktordan yine savunma yapması istenebiliyorsa;

Kimlik bildirimi bile yapmasına gerek görülmeyen şikâyetçi, herhangi bir doktor hakkında sırf kafası bozulduğu için ağzına geleni söyleyebiliyor;
ve bu kimliği belirsiz kişilerin ağzından her dökülen yetkili merciler tarafından ciddiye alınarak doktorlar hakkında bu kadar kolaylıkla soruşturmalar açılabiliyorsa;
Sonuçta doktorları ezen, üzerlerinde baskıya sebep olan bir sistem ortaya çıkıyorsa…

Kısaca doktorlarla hastaları ve hasta yakınlarını karşı karşıya getiren tüm bu deforme uygulamalar, sistem bozuklukları, artan baskı ve şiddet ortamı, yakınları tarafından neşeli ve hayat dolu olarak tanımlanan, yaşamını tıp dünyasına bu ülke ve dünya üzerindeki herhangi bir ülke için kutsallığı su götürmez doktorluk mesleğini icra etmeye adamış, bu uğurda çok uzun ve meşakkatli bir yola girmiş gencecik bir insanın, çalıştığı hastanenin altıncı katından kendini boşluğa bırakarak yaşamına son vermesine sebep olur.
İşte orada bir değil, birçok sorun var demektir.

Her şeyden önce güvensizlik sorunu vardır. Hastaların adeta eleştirmek, açıklarını yakalamak amacıyla yaklaştıkları doktorlar ve doktorların karşılarında gardlarını almak, kendilerini savunmak zorunda kaldıkları hastalar vardır artık ortada.

Doktor-hasta ilişkileri yeni ve kindar bir boyuta taşınmıştır.

Doktorlarla hastalar, doktorlarla hastane yönetimleri, tıp dünyasıyla ülke yönetimi arasında bir güvensizlik, şüphecilik, husumet ve korku…

Öyle bir korku ki bu, bir ömür süren eğitimlerinin neticesinde aydınlanma serüvenlerinde herkesten çok yol kat etmiş olan doktorları zapturapt altına aldırıyor onlara.

Bunu gerçekleştirmek için sistemler şekillendiriliyor, türlü bahane zeminleri hazır ediliyor anında.

Melike Erdem’in intiharının sorumluluğunu kendisine özel psikolojik rahatsızlıklara atfetmeye çalışanlar oluyor elbette, olacaktır, mesleğini icra etmek zorunda bırakıldığı bu tüyler ürpertici ortam sütten çıkarılmak istenecektir ak kaşık olarak.

“Vebal bizim değil kendisinin” denilecek. Vicdanlar sızlamayacak. Kuyruk dik tutulacaktır.
Ama Melike Erdem’in bu dünyadaki yaşamının sonunu getiren gerçekler inkâr edilse de değiştirilemeyecek.

Elinde fotoğraf makinesiyle resmettiği dünyası, o deklanşörün arkasından çektiği kareler, hayalini kurduğu yaşamı da geleceği de yansıtamadı işte. İçinde yaşadığı dünyadan ona kalan adaletsizlik rüzgârı hayallerini silip süpürdü bir çırpıda.

Sonuçta Melike büyük bir vazgeçişte karar kıldı ve parçası olmak istemediği düzene veda etti.

Hakikati arayanlar burada bulabilirler: Onun ölümü en büyük isyanlardan biriydi kurulu düzene aslında.

Sadık Çelik/ [email protected]

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları