Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Mustafa Ergen: Eğitimin DEVA’sı var
DEVA Partisi Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ergen ile açıkladıkları Yükseköğretim Eylem Planını konuştuk…
Mustafa hocam bugün, DEVA Partisi olarak Yükseköğretim Eylem Planınızı açıkladınız? Kısaca vizyonunuz nedir?
Amacımız, üniversiteden mezun olanların istihdam imkanlarını artıracak yapılanmanın tesis edilmesini sağlamak, üniversitelerinde çalışmalarıyla topluma, ekonomiye, insanlığa katkılarını artırmaktır. Yükseköğretim pahalı ama getirisi yüksek bir yatırımdır.
Evet, OECD tarafından yapılan bir araştırmada yükseköğretimin bireysel getirisi İngiltere ve ABD'de %15, Danimarka, Fransa, Hollanda ve İsveç’de yaklaşık %10 olarak bulunmuş.
Bu oranın bizim gibi gelişmiş ülkelerde daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Bir nevi alt gelir guruplarından üst gelir gurubuna geçişi sağlayan bir fırsat eşitliği aracıdır, bunun için ülkemizde ücretsiz verilmektedir. Bundan dolayı maksimum verim alacak şekilde kurgulamalı ve ötesinde fırsat adaletini hedeflemeliyiz.
Mustafa hocam üniversiteler neden önemlidir?
Dünya yeni teknoloji ve girişimcilik dalgası ile yeniden şekillenirken her ülke bu devinimin bir parçası olmak için yeni ekonomiye ve beraberinde getirdiği toplumsal değişime hazırlık yapmaktadır. Transistörün keşfi ile gelen minyatürleşme ve beraberinde getirdiği mikro elektronik devrimi ile gerçekleşen hesaplama, saklama ve haberleşme teknolojilerinin yarattığı inovasyon değer zinciri bütün dünyayı içine alarak dönüştürmektedir.
Son yüz yıldır dünyanın teknoloji temelli dönüşümü ABD’deki belli başlı üniversiteler ile başlamıştır. İngiltere, Orta Avrupa, Hindistan, İsrail, Çin, Singapur, Japonya ve Kore gibi ülkelerin üniversiteleri bu süreçte ülkelerinin insan kapitalini yetiştirmiş ve ekonomik kalkınma dinamosu olarak katkı vermiştir. Yaratıcılık ve inovasyon merkezleri olarak küresel rekabetçi olmayı artırmıştır. Yetenekli ve başarılı insanları bölgelerine çekmiştir. Uluslararası bağlantıların artmasını sağlamış, sinerji ile yaratılan değerler katlanarak büyütmüştür.
Üniversiteler bunlara ek bulunduğu şehrin yaşamını iyileştirmiş, toplumsal sorunlara çözüm aramış, güçsüz kesimlerin toplumun bir parçası olması için çalışmalar yapmıştır.
Gelişmiş bir ülke için üniversitelerin yukarıda saydığımız katkıları orta gelir tuzağına takılmış bir ülke için de geçerli midir? Üniversitelerimiz ekonomik ve toplumsal kalkınmaya katkı sağlamış mıdır?
Ülkemizde, üniversite-sanayi iş birliği orta gelir tuzağına takılmış diğer ülkelerde olduğu gibi tam anlamıyla kurulamamıştır. Bunda kısmen savunma sanayi dışında sanayinin üniversiteye ihtiyacının olmayışı etkendir. Ülkemizdeki en tepe sıralamalardaki endüstri kuruluşlarının ARGE ihtiyacını yabancı ortaklıklarından edinmesi üniversitelerin ARGE gücünü ikinci plana atmaktadır. Genel olarak yerel pazara dönük bir endüstri yapılanması ve siyasetin etkin olması birbirinden farklı sektörlerde şirketleri barındıran bir holding yapısını ortaya çıkarmış ve yabancı şirketlerin pazara girmek için bir nevi aracı olmuştur. Her yeni pazar oluşurken holdingin yeni şirketi hem diğer holding şirketlerini kaldıraç olarak hem de siyasetin getirdiği gücü kullanarak riskini azaltmıştır.
Buna karşın ARGE’ye ihtiyacı olan orta ve alt sıralamadaki sanayi de üniversiteleri motive edememektedir; çünkü akademisyenlerin gelişmiş ülkelerin konularıyla eğitilmiş olmaları araştırmalarını da o yönde devam etmelerini beraberinde getirmiş olup, bu da dünya ölçeğinde araştırma adına akademisyenlerin daha görünür olmalarını sağlamaktadır.
Kamunun ARGE kaynakları da akademinin doğrultusunda gelişmiş ülkelerdeki popüler konulara odaksız dağıtılmaktadır. Endüstrinin üniversite ile iş birliği ise bazı konularda danışmanlık ve doğrudan değer üretmeyen popüler konularda ARGE projeleri yapmaktan öteye gidememektedir. Üniversite de temel akademik çıktılara yönelerek ticarileşme potansiyelini düşürmektedir. Bu kronik sorun her orta gelir tuzağına takılmış ülkede gözükmektedir.
Bu kısır süreç, endüstri ve akademiyi kendi döngülerinde çalışmaya itmektedir.
Hocam orta gelir tuzağı nedir?
Orta gelir tuzağı ekonomik gelişmişlik endeksi olarak Dünya Banka’sına göre kişi başına düşen milli gelir ile düşük, orta ve yüksek gelir gurupları olarak tanımlanmıştır. Orta gelir bandında bir ülkenin kişi başına düşen milli geliri ABD’nin kişi başına düşen milli gelirinin %20’sinden büyük, %40’ından küçüktür. Orta Gelir Tuzağı ise ülkelerin orta gelir bandında takılı kalmasına verilen tabirdir. Bu bir anlamda ülkenin ekonomik atılımdan geri kaldığının göstergesi olarak kullanılmaktadır. Dünya Banka’sına göre 101 orta gelirli ülkeden 15’i bu tuzaktan 1960-2010 arası çıkabilmiştir. Bunlara en son çıkış yapan Kore ve Tayvan dahildir. Çin’in ise uzmanlara göre 2023 yılında çıkması öngörülmektedir. Örneğin Brezilya ve Arjantin örneğin tuzağa takılmış durumdalar. Portekiz ise gelişmiş ülke liginden tekrar orta gelir tuzağına kısa bir süre düşüş yaşadı.
Ülkemiz ise 2013 yılında Genel Başkanımız Ali Babacan’ın ekonomi yönetimindeyken kişi başına düşen milli gelir ile orta gelir tuzağını aşma aşamasına yaklaşmıştı, o zaman kendisinin eğitim ve hukuk noktasında uyarılarını biliyoruz. Maalesef şu anda düşük gelirler gurubuna doğru ilerlemekteyiz.
Peki orta gelir tuzağından çıkmak için ne yapmalıyız?
Bugün orta gelirdeki ülkelerin bu tuzaktan çıkmasının ilk koşullarından biri üniversite-endüstri sinerjisini tesis etmektir. Lakin, eskisi gibi gelişmiş ülkelerden alınacak bir inovasyon sistemi de bulunmamaktadır; gelişmiş ülkeler de bugün hayatın her alanındaki teknolojik ilerlemelerin yarattığı etkilerin üst üste binmesiyle oluşan dijitalleşme, otomasyon ve ölçeklenme gücüne karşı ulusal inovasyon sistemlerini yenilemek için çalışmaktadır. Bu süreçte dijitalleşme, bilgiyi, girişimciliği ve finansmanı sınırlardan bağımsız hale getirmiş, otomasyon meslek tanımlarını hızla değiştirmiş, ölçeklenme ise kazananın her şeyi aldığı monopol ekonomisinin önünü açmıştır. Dünyada yeni nesil üniversite anlayışı bu devinimin ritmini yakalamak için yenilenmektedir.
Dünyadaki üniversitelerin de değişim içinde olduğunu söylediniz. Yeni nesil üniversite anlayışı nasıl şekilleniyor?
Üniversiteler bu zamana kadar sırasıyla bilgi, formasyon ve sosyal ağ sağlarken şimdi bu sıralama bilginin hızla ulaşılır olmasıyla tersine dönmeye başlamıştır. Sosyal ağlar ve formasyon anlamında öğrencilerini hazırlayan ve gerekli bilgi ve beceriyle donatan üniversitelerden mezun olan öğrencilerin, meslek hayatlarına daha hazır ve istihdam garantili şekilde başlaması beklenmektedir. Gelişmiş ülkeler, yeni dünyanın getirdiği ölçek ve çarpan etkisini yakalayabilecek insan kaynağına, üniversitelerini hayat boyu eğitim veren kurumlara dönüştürerek cevap vermeye çalışmaktadır. Bu çerçevede üniversiteler öğrenciler için sürekli uğrak yeri olarak tasarlanmakta ve üniversite de bu süreçte yenilenerek ilerleyecek şekilde yapılandırılmaktadır.
Bu minvalde üniversiteler ikinci büyük dönüşümü yaşıyorlar. “Üniversitelerin geçmişi, Çin'de Han Hanedanı'nın kurduğu okullara, İskenderiye'deki müze ve kütüphaneye, 11. yüzyılda Bağdat'ta büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamülmülk tarafından kurulan Nizamiye Medresesi'ne, 13. yüzyılda Kayseri Çifte Medrese'ye, Konya Karatay Medresesi'ne, Erzurum'da Çifte Minareli Medrese'ye kadar uzanır. Çağdaş üniversitelerin temelleri, 11. ve 12. yüzyıllarda Avrupa'da kurulan Bologna, Paris ve Oxford Üniversiteleri ile atılmıştır.” 1800’lü yıllardan önce sadece geçmiş bilgiyi aktarmak üzerine kurulu olan üniversiteler, Glassgow üniversitesinden James Watt’ın buhar makinesinin icadı ile beraber gelecekteki bilgiyi bulmak üzerine kurgulanmaya başlandılar. Elektrik ve beraberinde gelen mikro elektronik devriminin Stanford Üniversitesi ve beraberindeki üniversitelerle başlamasıyla beraber dünya hızla ilerledi ve bu noktaya geldik.
Peki biz nasıl yarışabiliriz?
Ekonomist Keun Leu, gelişmiş ülkeler gibi olmak istiyorsan farklı ol şeklinde bir vizyonu Kore’nin başarısı için ortaya koymuştur. Çünkü, orta gelirdeki ülkelerin ise bir yönden ülkelerini orta gelir tuzağından çıkarmak için gereken bilime, inovasyona ve insan kaynağına katkı vermesi için üniversitelerini daha öte bir anlayışla ele almaları hayatidir. Gelişmiş ülkelerin modellerinin imitasyon ile takip edilmesi sistemi Zeno Paradoksu’na itmektedir. Zeno Paradoksu bir kişinin bir kaplumbağayı yakalayamaması olarak sunulur. Kaplumbağanın son bulunduğu yere koşmaya programlamış biri hiçbir zaman kaplumbağayı yakalayamaz, çünkü kaplumbağanın son bulunduğu noktaya geldiğinde kaplumbağa yeni bir noktaya ilerlemiş olacaktır.
Biz ne yapmalıyız?
Orta gelirdeki ülkelerin tuzaktan çıkması için karşı karşıya olduğu handikapları adreslemeleri gerekmektedir. Yeni teknolojiye adapte olacak insan kapasitesinin eksikliği ilk sıradadır. Bunun yanında ARGE ihtiyacı olan büyük şirketlerin lokomotif eksikliği girişimcilik ve inovasyon ekosisteminin gelişmesinin önünde engeldir. Ötesinde gelişmiş devletlerin fikri haklar yönünden gelişmekte olan ülkelere baskısı teknoloji üretmekte bir bariyerdir. Orta gelir tuzağından çıkabilen (Kore, Tayvan, Çin) ülkeler bu eksiklikleri ve bariyeri gelişmiş ülkelerin odaklarından farklı alanları seçerek aşmıştır. Uzun vadeli teknoloji alanları yerine kısa vadeli teknolojilere odaklanarak oyun planı kurmuştur. Bu doğrultuda ARGE teşviklerini düzenlemiş ve insan kapasitesini yetiştirmiştir. Bunun için orta gelir tuzağından çıkmak için yenilenmiş ve kendimize özgü bir yükseköğretim stratejisi hayatidir.
Bu noktada yükseköğretim modelimiz nasıl olmalıdır?
Yükseköğretim stratejimiz ülkemizin teknoloji dalgalarıyla şekillenen yeni dünyada yerini alması için yeni üniversite modeli ile yapılanmalıdır. Yeni dünyanın anlayışı, sanayi toplumunun katı disiplininden daha çok çeşitliliğe, sübjektif karar vermeye ve insana değer vererek pırıltısını çıkarmaya dönüktür. Yeni üniversite modeli bu anlayışın ülkemizde tesisini hedeflemelidir.
Yeni üniversite modeli, bugünkü genç nüfusun sebep olduğu sayı artışının getirdiği plansızlığa, üniversite eğitiminin ülkelere özgü olmaktan çıkmasının yarattığı dijitalleşme ile ölçeklenerek sınırları aşabilen küreselleşme tehlikesine, yönetimsel olarak aşırı merkeziyetleşmenin getirdiği asgari müştereklerde buluşmanın getirdiği vasatlaşmaya, ve diploma kalitesinin istihdam noktasında işlevsizliğine çözüm olmalıdır.
Yeni yapılanma ile üniversiteler, otomasyonun mesleklerin geleceklerini değiştirmesini, yeni ekonominin getirdiği ‘gig’ ekonomisini, yeni teknolojilerin bütün meslekler için kritik hale gelmesinin beraberinde getirdiği geleceğin mesleklerini, temel araştırma ile beraber araştırmaların ticarileşme potansiyelinin dengeli dağılımını dikkate almalıdır.
Evet, Dünya Ekonomik Formunun çalışmasına göre Türkiye özelinde işlerin yüzde 60’ında değişimler bekleniyor.
Bunların ışığında üniversiteler, dünyanın yeni endüstri modeli olan monopol ekonomisine aday şirketlerimizi, elektrikli araç ve 5G gibi teknoloji inisiyatiflerini, yeni nesil savunma sanayi sektörümüzü ve oyun sektörü gibi ülkemizin bayraktarlığını yapabileceği tematik ekosistemleri geliştirmek ve büyütmek için gerçek anlamda üniversite-sanayi iş birliğini hızla fırsat penceresi kaçmadan tesis etmelidirler.
Ötesinde, pandemi ile birlikte online hayata olan direncin kırılmasını, küresel tedarik zincirlerinin sorgulanarak geliştirilen kampsal yedekleme (“redundancy”) stratejilerini, Çin ve Trump’ın ikinci soğuk savaşını teknoloji alanında başlatmasını, Brexit ile AB araştırma yapısının değişmesini, Rusya-Ukrayna savaşı ile oluşan beyin göçünü dikkate almalıdır.
Bu dinamikler çerçevesinde üniversitelerimizin temel olarak yeni bilgi ve yeni alanları kapsayacak bir programı hızla ve dinamik bir şekilde oluşturabilmesi gerekir, eğitimde mezunlarının dünya çapında iş bulabilmesi hedeflenmelidir, araştırmada ise bilginin bölgesel, ulusal ve küresel kalkınmaya belli oranlar dahilinde katkıda bulunması gerekmektedir.
Üniversite bir taraftan eğitim diğer taraftan araştırma, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bugün kamunun araştırma fonlarının öncelikli alanlara odaklaması ve ekonomik kalkınma planının bir parçası olması yetersizdir. Araştırma fonlarının dünyadaki popüler konularda dağıtılması, kısıtlı olması ve odaklanamaması ise çıktıları dağıtık ve cılız bırakmaktadır. Bu kamu tarafından düzeltilirse bu sefer üniversiteler farklı bir sorun ile karşı karşıya kalacaktır. Üniversite bir nevi sanayinin miyopik bakışına hapsolarak kısa dönemdeki ekonomik ve teknolojik dalgalara katkı veren eğitim ve araştırma yapacak ve uzun vadede gelecek yeniliklere hazırlıksız olacaktır. Üniversitelerimiz ötesinde hali hazırda AB süreci ile açılmış fakat yeterince edinilemeyen ARGE fonlarını almayı, dünyadaki teknolojik devinimin getirisi ile dünya çapında insan yeteneği aramaya başlayan küresel şirketlerin ARGE fonlarına talip olmayı ve o seviyede eğitim vermeyi de amaçlamalıdırlar. Bu nedenle üniversiteler kamusal kaynakların ötesinde kaynak yaratacak yetenek seti ile beraber düşünülmelidir.
Üniversite vizyonu nasıl olmalı?
Bu minvalde üniversite yönetimi geçmişten geleceğe uzun vadeli bakabilen ve kısa vadeli aksiyon alabilen bir anlayışı içselleştirmelidir. Üniversiteler rasyonel, duygusal ve sübjektif bakış açılarını karar almada tesis edebilmelidir. Üniversiteler araştırmalarını temel araştırma, merak temelli araştırma ve uygulamalı araştırma şeklinde dengeli kurgulayabilmelidir. Üniversiteler diploma ve istihdam başarısı için kısa ve uzun vadeli müfredat ve programları hızla güncelleyebilmelidirler.
Ve her üniversite bu vizyonu tesis ederken kendine özgü değişkenleri dikkate almalıdır. Bu değişkenler ilk olarak üniversitenin akademik kadrosudur, idari yetkinlikleridir, alt yapı imkanlarıdır, bulunduğu bölgedir, öğrencilerinin kalitesidir, mezunlarının başarısıdır… Yani her üniversite vizyonu kurulurken ve yönetimi oluşturulurken üniversitenin değişkenlerini dikkate alan en optimum kurgu yapılmalıdır.
Hangi idari şekli üniversitelerimize bu tip yapılanma için imkân verir?
Ülkemizde üniversiteler yönetimsel olarak tekil karar mekanizmasına indirgenmiştir. 1980 yılında Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) kurulması ile başlayan süreçte 29 üniversite için YÖK bir Mütevelli Heyeti olarak tasarlanmış ve bağımsız Cumhurbaşkanı ile de üniversite özerkliği korunmaya çalışılmıştır. Mütevelli Heyeti (“trustee” veya “regents") bir anlamda kamu adına üniversitenin sahipliğini oluşturan ve üniversite yararına bila-bedel çalışan bir konsey olarak üniversite ve kamu arasında konumlanmıştır. Lakin süreç içinde rektörlerin seçim ile gelmesi “meslektaşlar dayanışması” olarak denenmiş lakin zaman içinde seçim sonuçlarından çok YÖK sıralaması ve Cumhurbaşkanı tercihi öne çıkarak seçim sonuçları ikinci plana itilmiştir. Bir anlamda seçim sürecindeki kaos kalmış, seçim sonucu kadük hale gelmiştir. Bu süreç içinde ise seçilen rektörlerin yetkileri YÖK’e olabildiğince aktarıldığı merkeziyetçi anlayış tesis olmuştur. Daha sonra yapılan değişiklik ile de seçimin yarattığı kaos öne sürülerek seçim kaldırılmış rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atama getirilmiştir. Türkiye’de üniversiteler yönetimsel olarak “meslektaşlar dayanışması” ile seçilme yönetiminden fiili olarak “mütevelli heyet” modeline geçmiştir. Bir nevi bütün üniversitelerin Mütevelli Heyeti ise YÖK’ten Cumhurbaşkanına geçmiş, bir nevi yönetimsel karar bütün üniversiteler için tek ve aynı üyeli heyete, üniversite vizyonu ise cumhurbaşkanlığı süresine indirgenmiştir.
Yeni üniversite modeli bir anlamda bu gerçekleri dikkate almalı ve geleceğe bakan hızlı koşanın daha hızlı koşacağı bir yapıyı tesis edebilmeli, üniversiteleri asgari müştereklerde eşitlemekten kaçınmalı ve uzun vadeli bir vizyonu üniversitenin DNA’sına göre tesis edebilmeli ve ötesinde korumalıdır.
Özerk üniversiteye hazır mıyız?
Bir kamu hiyerarşisi içinde iktidar olan güçten bağımsız kendi kendini yöneten bağımsız kurumlara ihtiyaç neden vardır? sorusunu sormalıyız. Neden halkın oyları ile iktidar olan erkin her kuruma iktidar olduğu sürece etkisi sınırlanmalıdır? Bunlara en doğru cevap aslında iktidar olanın belli bir kısıtlı süre için güce sahip olması ve bazı kurumların geçmişten geleceğe bir ülkenin kaderini etkileyecek güçte olmalarıdır diyebiliriz. Elbette iktidar olan güç iktidar olma süresini seçimlerle artırdıkça bu bağımsız kurumlara etkisinin artması da milli irade noktasında doğaldır. Bugün bağımsız ve otonom kurullara ilk örnek Anayasa Mahkemesidir, günümüzde Merkez Banka’sıdır ve buna üniversitelerin de eklenmesini konuşmalıyız.
“900 yılık bir kurum olan üniversiteyi insanlığın en önemli kültürel miraslarından biri olarak görmek gerekir. Uzun vadeli mantıkların ve soğukkanlı değerlendirmelerin hâkim olduğu böyle bir kuruma uygun olmayan bir yönetim tarzının çok önemli olumsuz sonuçları olabileceğini göz ardı etmemeliyiz.”
Üniversitelerin idari, mali ve bilimsel özerkliğini sağlamalı ve bizi bu bilinmezlerle dolu dünyanın beraberinde getirdiği yarışa hazırlamaları için serbest bırakacak özgüveni ve güveni yükseltmeliyiz.
Her üniversitenin kendi modelini oluşturabileceği bu özerklik ile hangi üniversitenin modelinin başarılı olacağını gözlemleyerek takip etmeliyiz.
Yükseköğretim eylem planınızın ana hatları nedir?
Biz bu eylem planı ile özerk üniversite modeline cevap aradık. Bir mekanizma önerdik. Üniversitelerin OECD’nin tanımlandığı çerçevede özerkliğini tesis etmeyi hedefliyoruz. OECD özerkliği; mülkiyet hakkı, borçlanabilme, bağımsız harcayabilme, akademik program ve ders içeriklerini belirleyebilme, akademik işe alma ve çıkarmada serbestlik, ücretleri belirleyebilme, kontenjanları belirleyebilmek şeklinde tanımlamış.
Özerk üniversite çerçevesinde üniversitelerin kendi kuracakları mütevelli heyetleri ile sahiplik anlayışının tesis edilmesi ve günümüzde Cumhurbaşkanlığı ve YÖK’te birikmiş yetkilerinin bu heyetlere devrini öneriyoruz. Belli denge mekanizmaları dışında üniversitelerin işleyişini serbest bırakılmasını hedefliyoruz. Bu 90-360 günlük bir eylem planı, ilk aşamada hızlı koşanın daha hızlı koşacağı bir yapıyı hızla tesis etmeliyiz akabinde geri kalanlar için orta ve uzun vadeli eylem planları hazırlamalıyız.
Yükseköğretim eylem planınıza nasıl ulaşabiliriz?
Planımız devahazir.com sayfasında yayınlandı. Bu planı beraber yazmak istiyoruz, wiki.devapartisi.org.tr sayfamızdan katkılarınızı bekliyoruz. Yükseköğretim eylem planı DEVA Partisi olarak eğitim vizyonumuzun ilk parçası, daha geniş 3 yaşından başlayan ve hayat boyu sürecek bir yapılanmayı da eğitim eylem planımız olarak yakında açıklayacağız.
Teşekkürler Mustafa hocam. Türkiye Hepimizin Eğitim Hepimizin…
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!