'Ekonomi yönetimi kavga çıkaracak'

26 Ekim 2015 Pazartesi

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, seçim sosyolojisi ve sistemleri üzerine de çalışan bir isim. Ankara katliamı gerçekleşmeden önce Prof. Seyfettin Gürsel ile söyleşirken “Seçim hemen kapının önünde ama partilerin coşkun ekonomik vaatleri bile gündemin düşük profilli başlıkları arasında yer alıyor” diyerek o fasıldan sormaya başladık.

- Seçim bildirgelerinde yer alan ekonomik vaatlerde en bol kepçe hangisi: AK Parti, CHP, MHP, HDP?

Vaatler partiden partiye farklılaşıyor ama hepsinde bol kepçe davranışı görülüyor. Ortak vaat, asgari ücret artışı. Bu konuda en yüksek rakamı HDP telaffuz etti; 2 bin lira vaat ediyor.

- Olabilir mi bu?

Olamaz, son derece abartılı. Diğerleri de eksik kalmıyor. MHP 1.400 lira, CHP 1.500 lira, AKP 1.300 lira yapacağını söylüyor.

- Bu vaatlerin sorunu nedir sizce?

Önce ortaya bir hesap koyup sonra da hangi yollardan finanse edileceği açıklanmalı. Aksi takdirde vaatler inandırıcı olmaz. CHP vaatleri için herhangi bir rakam vermedi. AKP ise vaat faturası için önce 16 milyar dedi, ardından Ali Babacan 20 milyar rakamını telaffuz etti. AKP’ye göre CHP’nin vaat faturasının genel tutarı da 150 milyar. İki partiye de eleştirim var: Bu vaatleri ciddiye almak için kalem kalem bütçeye ne kadara mal olacağını bilmeliyiz.

Asgari ücret tartışması

- AK Parti’nin vaat faturasının 20 milyarla sınırlı olduğu inandırıcı mı?

Değil elbette. Çünkü sadece işçi ve esnaf emeklilerine vaat edilen 1.300 lira ile ilk işlerine giren gençlerin maaşını bir yıl ödeneceği iddiasının faturasını kabaca 12 milyar olarak tahmin ediyorum. Manifestolarında daha birçok vaat var. Tamamının maliyetinin ne kadara çıkacağını kestirmek zor.

- Ya CHP’nin vaat faturası?

AKP’ninkinden daha yüksek olduğu kesin. Örneğin emeklilere iki maaş ikramiye bedeli. AKP’nin emekli vaadinden üç kat daha yüksek. Bu arada AKP’nin ve CHP’nin asgari ücret vaatlerinde önemli bir fark var. CHP, asgari ücretin bedelini devletin sırtına, AKP ise firmalara yüklüyor. Her ikisinin de oldukça olumsuz sonuçları olabilir. Tartışılmayan bir boyut daha var.

- O nedir?

Asgari ücrette böyle ciddi bir artış, asgari ücrete yakın seviyedeki ücretleri de yukarı doğru itecektir. Piyasa, yeni asgari ücretin altında kalan ve ona yakın olan üstündeki ücretleri yükseltir. Burada ücret şokundan söz ediyoruz. Evet, asgari ücretle çalışanlar için artış olması elbette olumlu ama verimlilik artışıyla paralel olmayan ücret artışları da firmalar üzerinde ciddi yük oluşturur. Bu, hem maliyet enflasyonuna yol açar, hem de faizleri artırıcı etki yapar ve yatırımları kısıtlar. Sınırdaki firmaları da batırır. Dolayısıyla istihdama, işsizliğe de olumsuz yansır. Ayrıca bir olumsuz yan etki daha var. Bu uygulama, ücret şokunu kaldıramayacak işvereni de kayıt dışılığa ya da ücretleri eksik göstermeye teşvik eder.

- Burada asgari ücretle çalışan okurlar, “Hocam biz ne yapacağız. Bize rahatlama yine mi yok” derlerse?

Asgari ücret konusunda benim radikal bir önerim var. Tek bir asgari ücret saptamayı bırakın, yerel yönetimler, işverenler, sendikalar her bölge için o bölgeye özgü bir asgari ücret tespit etsin, diyorum. Ülkeler arasında asgari ücretler farklı olduğuna göre, ülkenin içindeki bölgeler arasında gelişmişlik ve refah seviyelerinde ciddi farklılıklar varsa asgari ücret de pekâlâ farklı olabilir.

- Konumuza dönersek, asgari ücret vaatlerinin ekonomik olarak nereye uzanabileceğini anlattınız. Sermaye çevrelerinden, örneğin TÜSİAD’dan bu konuda tok bir ses duymadık. Neden?

Birkaç nedeni olabilir. 1) “Ortam zaten gergin, bir de biz itiraz edip zılgıt yemeyelim” diye düşünmüş olabilirler. 2) Burası Türkiye, vaat ederler seçimden sonra gerçeklerle yüzleşince vazgeçerler, diye düşünüyor olabilirler.

- Sizce bildirgelerdeki en uçuk ekonomik vaat hangisiydi?

Pek çok başlık var mesela onlardan biri şu: AKP, “Emek yoğun sektördeki yatırımcılara sembolik bir kira karşılığı anahtar teslim fabrika yapacağız” diyor. Başbakan Davutoğlu da geçenlerde bunu parti mitinginde tekrarladı. Bu vaat bence çok anlamsız. Bir kere adil değil. Bedava fabrikayı kim istemez ki? Sonra bu fabrikaların bir kısmı battığında kamu kaynakları heba olmayacak mı? 100, 200 bin esnaf kuyruğa girdiğinde bu kadar fabrika devlete kaça patlar?

- Sembolik kirayla anahtar teslim fabrika deyince tabii akıldan geçiyor: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 7 Haziran öncesi CHP’nin ekonomik vaatlerine yönelik sözleri çok yeni. Sonra yıllarca Ali Babacan’lardan “seçim ekonomisi ve uçuk vaatler olmaz” gibi cümleler duyduk. Şimdi bu “var mı artıran” tavrı ne anlama geliyor?

AKP’nin bol kepçe vaat yarışına katılması tamamen konforlu çoğunluğunu kaybetmesiyle ilgili. 7 Haziran’da iktidarı kaybedeceklerini düşünmemişlerdi. Şok yaşadılar. Ve şimdi AKP tek parti iktidarından yine de çok uzak değil. “Aldığımız yüzde 41’in üzerine üç puan koyabilirsek, HDP barajı geçse bile, tekrar iktidar olabiliriz” düşüncesindeler. Aradaki 3 puan yaklaşık bir buçuk milyon seçmen demek. Çözüm masasını devirip, terörle mücadele adı altında MHP’ye kaptırdığı oyları geri alma peşinde. Ama onlar yetecek mi? Sonra Kürt oylarını geri kazanmalarının çok zor olduğunu anketçiler söylüyor. “O halde ekonomik vaatlere de el atmalıyız, bu vaatler yarım puan bile getirse, o yarım puana da ihtiyacımız olabilir” diye düşündüler bence.

Sarayın ekonomi yönetimi

- Bu ekonomik vaatler nedeniyle 1 Kasım sonrası Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir miyiz?

Evdeki bulgurdan olmamak için, 1) Ekonomik büyümenin makul ölçüde devam etmesi, dolayısıyla makro ekonomik dengelerin bozulmaması gerekir. 2) Artması planlanan sosyal harcamalar büyük ölçüde vergi gelir artışları ile finanse edilmelidir. Oysa, vergi gelirini artırmak için ne AKP’nin ne de CHP’nin, vergi kaçağı ile mücadele dışında, hiçbir politika önerisi yok. Sosyal demokrasinin gündemine kazandırdığı artan oranlı gelir ve servet vergileriyle ilgili tasarımıyla Thomas Picetty, bugün İngiltere’de İşçi Partisi’nin Genel Başkanı’nın danışmanı. Bizde ne var? Vaat edilen hesapsız gelir transferleri bir yandan bütçe açığı ile iç talebi dolayısıyla cari açığı kamçılayacak diğer yandan da maliyet enflasyonu yaratarak, faizleri artırarak büyümeyi kısıtlayacak. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali gerçekten var.

- Merkez Bankası-Erdoğan krizinde çok söylendi: “Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek kanadı Erdem Başçı’nın elini kuvvetlendirmeye çalışıyor. Diğer cephede ise Yiğit Bulut’lar ve radikal Erdoğancılar var.” İzleniminiz nedir; bu kriz 2016’da da sürecek mi sizce?

Bence bu ihtimal var. Ama burada önce AKP ve CHP’nin seçim bildirgelerinde savundukları iki temel politikaya, maliye politikası ile para politikasına dikkat çekmek isterim. AKP, mali disiplini devam ettireceğim, diyor. İlginç olan CHP’nin ısrarla mali disiplinden vazgeçilmeyeceğini söylemesi. Hatta maliye politikasına kural getireceğim, diyor. Para politikasında daha da ilginç bir önerisi var. Para Politikası Kurulu’nun toplantı tutanaklarını açıklatacağım, diyor. Peki, çok güzel, gelelim AKP’ye. Acaba Erdoğan ve Merkez Bankası arasındaki büyük faiz kavgası nedeniyle orada değişiklik var mı? AKP de Merkez Bankası’nın politika bağımsızlığı vardır, diyor. Orada Babacan imzasını görmüş oluyoruz ama o cümlenin devamında bakın ne var: “Enflasyonla ve para politikasıyla çelişmiyorsa Merkez Bankası istihdamı ve büyümeyi de gözetir.” Bu madde, oraya durup dururken koyulmaz. Bu Sarayın ve onun ekonomistlerinin oraya soktuğu bir ifade.

- Bu ifadenin iktisadi olarak anlamı nedir?

Hiçbir anlamı yok. Zaten Merkez Bankası faizle, istihdamı ve büyümeyi kolay kolay etkileyemez. Merkez Bankası’nın esas misyonu, fiyat istikrarını sağlamaktır. Sorunuza dönüyorum; evet 2016’da da faiz kavgası mümkün. Çünkü AKP’nin ekonomi yönetimi kadrosu ve dolayısıyla ekonominin nasıl bir anlayışla yönetileceğine dair belirsizlik var.

- Hangi taraf ağır basar; Yiğit Bulut’lar mı, Babacan’lar mı?

AKP 1 Kasım’dan tek başına iktidar olarak çıkarsa ekonomi yönetiminde de Saray ağır basacaktır. Koalisyon çıkarsa, AKP-CHP ya da AKP-MHP, her iki şıkta da Babacan’ın şansı daha yüksek. AKP tek başına da iktidar olsa, koalisyon da kurulsa ekonomiyi kimin yöneteceği konusunda bence bir çatışma çıkacak. Ortaya çıkacak yeni yönetime bağlı olarak yeni bir ekonomi stratejisi izlenebilir.

- Direksiyona kendilerini “milli ekonomist” olarak tarif eden saray ekibi gelirse, ufukta bizi ne bekler?

“Milli ekonomi” deyiminden insayiki olarak ürkerim. Bu deyim dünya ekonomisine fazlasıyla entegre olan bir ekonomide temel ilkelerle bağdaşmayan tehlikeli serüvenleri çağrıştırıyor. Daha yakında yaşadığımız “Merkez Bankası faizini büyük çapta indirirse hem yatırımlar canlanır hem de enflasyon düşer” iddiasını örnek olarak verebilirim. Milli ekonomiden ne kastedildiğini tabii bunu savunanlar açıklamalı. AKP 13 yıldır gayri milli bir ekonomik anlayışa mı sahipti ki şimdi milli ekonomi gündeme getirilsin?

Büyümenin perde arkası

- AK Parti MYK’de en çarpıcı değişim ekonomi kadrolarında oldu. Türkiye’de en uzun süre ekonomiyi yöneten Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek parti yönetiminden çıkarıldı. Yerlerine “milli ekonomiyi savunduklarını” söyleyen ekip geldi. Bu değişiklik neyin tercümesiydi?

Biliyorsunuz Babacan’ın mali kural projesi son anda rafa kalktı. Ekonomiye bakış konusunda AKP içinde oluşan bu fay hattı faiz kavgasıyla birlikte derinleşti ve daha görünür hale geldi. AKP içinde oluşan bu fayın temelinde şu gelişme vardı. 2012’den itibaren Türkiye ekonomisi ciddi bir düşük büyüme rejimine saplandı. Oysa 2010’da yüzde dokuzun, 2011’de yüzde sekizin üzerinde büyümeler elde edilmişti. Bu rüzgârla hatta belki bu “gazla” diyelim, Erdoğan ve çevresi gerçeküstü 2023 vizyonları açıkladı. “Ortalama gelir 25 bin dolara çıkacak, 10. büyük ekonomi olacağız” vs. dediler. Bunların ciddiye alınması mümkün değildi. Çünkü o çok yüksek büyümeler dışarıdan kaynakla sağlanmıştı, tamamen iç talebe dayalıydı. O nedenle de çok büyük bir cari açık ortaya çıktı. Bu noktada, 2011’in sonbaharında ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan, mealen, bu böyle gitmez, kafamızı duvara vuracağız, döviz kuru şoku ufukta, bunu kontrol altına alalım, dedi. Yeni bir büyüme stratejisi tasarlandı. Yeni büyüme stratejisine bir isim de konuldu: “Dengeli büyüme”. Kâğıt üstünde sorun yoktu. Çünkü büyüme yüzde 5 civarında istikrara kavuşacak, bu büyümeye net ihracat da katkı yapacağından cari açık sürdürülebilir düzeylere inecekti.

- Ama öyle olmadı...

Evet, son dört yılda büyüme yüzde 3 civarında kaldı. Cari açık azaldı ama istenilen düzeye de çekilemedi. AKP içinde o çok yüksek büyümelere alışanlar düşük büyümeden giderek daha fazla rahatsızlık duymaya başladılar. Seçim dönemi yaklaşırken Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve malum faiz kavgası çıktı. Sonrasını az çok biliyoruz. Anladığımız kadarıyla dövizdeki büyük artışlardan sonra Babacan Erdoğan’ı ikna etti ve faiz kavgası bir süreliğine ertelendi. 1 Kasım’dan sonra ekonomideki gidişata göre tekrar gündeme gelebilir.

‘Ekonomik olarak başımız dertte çünkü...’

- Ekonomik olarak başımız dertte mi?

Şüphe yok; başımız kesinlikle dertte.

- Neden?

1) Yüzde 3 büyüme, Türkiye için kesinlikle yetersiz. Tablo orta gelir tuzağına saplandığımızı gösteriyor. Son açkılanan Orta Vadeli Programda bizzat hükümet toplam faktör verimliliğinin negatif olduğunu itiraf ediyor. 2) Bu büyüme yoksulluğu ve işsizliği azaltmak için yeterli değil. 3) Bu kadar düşük büyümede siz hâlâ dışarıdan borçlanıyorsanız ve hâlâ yüksek bir cari açığınız varsa o zaman ileride daha büyük sıkıntılara gebesiniz demektir

- Bunun adı kriz olur mu?

Ben krizleri, kendi yarattığımız “ev yapımı” krizler ve dışarıdan ithal ettiğimiz krizler olarak ikiye ayırıyorum. 1994 krizini biz yarattık. 1998- 1999 krizini büyük ölçüde yine biz yarattık. 2001 krizini tekrar biz yarattık. Sadece 2008- 2009 krizini dışarıdan ithal ettik. Şimdi kriz olması için bizim yanlış politikalarla yeni bir ev yapımı kriz yaratmamız gerekir. Böyle bir tehlike şimdilik yok ama ilerisi için garanti veremem.

- O hep duyduğumuz Fed ve faiz artırımı şıkkı, kemerleri iyice sıkalım mı?

Fed eninde sonunda faiz artışına başlayacak. Ama daha şimdiden yarattığı belirsizlik gelişmekte olan ekonomileri sarsıyor, büyüme geriliyor. Fed faiz artışına başladığında sermaye çıkışları daha daha da hızlanabilir. Bu ortam Türkiye ekonomisini de zorluyor, daha da zorlayacak. Ancak 2008-2009 türünden küresel bir kriz de beklenmiyor. Dışarıdan bir miktar durgunluk ithal ediyoruz ama uluslararası koşullarla, içeride de yetersiz tasarruflar, yüksek enflasyon gibi kısıtlarla bağdaşmayan yanlış maliye ve para politikaları izlenecek olursa ev yapımı bir kriz çıkabilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları