Otoriter İslamcılık, terör kıskacında 1 Mayıs...

03 Mayıs 2016 Salı

Dünyadakileri uzaktan, İstanbul’daki 1 Mayıs’ları 1976’dan bugüne, içinden izlemiş gazeteci olarak, dönemin ruhuna, başta işiçi sınıfı, emekten, insan hakları, hukuk devleti düzenlerinden yana örgütlü kesimlerin kaygılarına, yaşamsal sorunlarına ne kadar da çıplak, doğaçlama ayna tutmakta olduklarını, şaşmaz toplumsal sonuçlar çıkarma işlevi yaptıklarını.. yeri geldikçe Cumhuriyet okurları ile somut verilerle hep paylaşmaya çalışmışımdır... Miting meydanlarını, sokak eylemlerini doğru okuyabilmenin olmazsa olmaz önkoşulu, kürsülerden, uzaktan birbirine çok yakın görüntüler veren canlı yayınlarla yetinmemektir...
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yenikapı’da yaptığı, 1 milyon kişinin katıldığının ilan edildiği bayrak mitinginden, katılımcıların örgütlenme yapısını yansıtabilmeye yönelik 3 köşe yazısı yazmak zorunda kalmıştım. Katılımcıları meydana girişlerinde yüz yüze izlemiş olarak kuşkusuz iğne düşmez havasında kürsüden verilmiş 1 milyonluk katılımın bir-iki yüz bini geçmiyor olması hafife alınacak bir kalabalık değildi. Asıl ders çıkarılması gerekeni ise Lider’e odaklanmış örgütlenme modelindeki katılım disipliniydi. Bir kez daha bir buçuk saat içinde, raylı sistemler, otobüsler, tekneler ile İstanbul’un her yerinden, saatlerce mesafelerden taşınanlar için, aralıksız meydana sokulabilme disiplininin açıklaması, tek başına bugünün bilişim sisteminin kusursuz hesaplanması değildi... Giriş görevlilerinin kendi açıklamaları ile Lider’den AKP Hükümeti, örgütlerine, kamu işletmelerine, belediyelere, yandaş özel sektör, sivil örgütlenmelerin bütünü, muhtarlıklara uzanan bir örgütlenme, çıkar ittifakı cephesinin seferber edilmesiydi...

***

Canlı tanığı olarak 1 Mayıs 1976’daki ilk Taksim buluşmasında, DİSK’in düzenlediği 1 Mayıs kutlaması kalabalığının; hem sayısal, hem de temsil edilen örgütlü güçlerin ağırlıkları babında, ülke bütünlüğünü, emeği ile geçinenleri; çok renkli bir yelpazede temsil gücünün altını çizmeliyim... Üstelik en yoksul işçilerin, uzak bölgelerden, üyesi oldukları sendikaların desteğinde taşınmalarının ötesinde, kitlesel, örgütlü katılımlar çağrılarla, gönüllü katılımlarla gerçekleştirilmişti. O günlerden bugünlere değişmeyen geleneklerden biri, birkaç koldan birden Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşler için hangi meslek, sivil toplum örgütü kimliği ile katılma isteminize bağlı; Beşiktaş, Karaköy, Unkapanı, Şişli.. merkezlerinden toplanmaya ilişkin yapılan çağrılarla yetinilmesiydi...

***

Cumhuriyet birikimlerinin üzerine, 1961 Anayasası ile gelen özgürlükler, sendikal haklar, demokratik hukuk devleti düzeni sayesinde örgütlülük; insani gelişmişlik, hak arama bilinci dünya çapında rekor sayılabilecek boyutlarda, insani değerler yükselişini getirmişti. Gelişmeleri içlerine sindiremeyen kirli çıkar ittifaklarının cepheleşmesiyle de; “Solcu, dinsiz, komünist..” suçlamalarıyla faşist saldırılar alıp başını gitmekteydi... Sağ iktidarlar, çıkar odakları, o günlerden bu günlere, üç aşağı beş yukarı aynı kalıplara giren, işlevi olan, ırkçı, dinci, mezhepçi, emperyal ideolojilerin peşinde, kirli sermaye birikimleri, çıkarlarının da aracı; “Bu anayasa bize lüks”, “Bu toplusözleşmelerle yükselen ücretlerle ekonomi batar”, “Dinsizler inanmışların haklarını gasp ediyor” solganları çerçevesinde çıkar örgütlenmeleriyle.. Hukuk devleti, insan hakları, demokratik güçlü örgütlenmelere karşı şiddetin kullanıldığı saldırıları sahneye soktular...
Yetmedi, evrensel emperyalizmin ağababalarından onaylı, örgütlü hak aramaya yasaklı düzenlere geçişin aracı olarak, yine zamanın ruhuna uyan, önce askeri darbeleri, sonra da ırkçı, dinci, mezhepçi sivil darbe yönetimlerini, iktidara getirmenin yollarını buldular... 12 Mart yetmedi, 12 Eylül’le, rejimin, demokrasinin, ülkenin yönünün, pusulasının değiştirilmesi de az geldi. Silindir gibi ezilen solun yerine, ırkçı- İslamcı cepheleşmelerde sivil diktatoryal örgütlenmeler sürecine geçildi... Otoriter, ayrımcı-çatışmacı, siyasal İslamcı başkanlık sistemine sürüklenme, terörün en şiddetlilerine hedef tahtası olmuş ülkede, canlar yanarken; işçinin gerçek yaşam, sendikal hakları öne çıkabilir mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bugün 23 Nisan... 23 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları