Yassıada'dan Silivri'ye

20 Haziran 2013 Perşembe

Eski Rektör Fatih Hilmioğlu’nun savunmasını izlediğim duruşmanın ardından yukarıdaki başlıkla yazmak istediğim yazıya Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin ülkemiz geleceği üzerindeki yaşamsal sonuçları engel oldu. Görülen o ki İktidarlarının polis devleti şiddeti, sınır tanımaz insan hakları, hukuk devleti, demokrasi karşıtı diktatoryal eğilim tırmanışında bir soluk alma zamanı yaşanamayacak. Onun bir parçası olan Silivri, Ergenekon davasındaki gidiş aynı yolda, hızlandırılmış konumda...

\n

Zaten yargısız infazda, karalama suçlamalarda, iddianameler üzerinden, çoğunluğu yine yargısız infaz içerikli tutuklu sanıklar hakkında yarışmış medyanın yarattığı, çok ağır bir damgalama, kamuoyunda oluşmuş önyargı geçerliydi. Ceza yargılaması hukuku gerekleri yerine getirilmemiş yargılama süreçlerinde yaşanan hukuk devleti ihlalleri, sanıklara yönelik haksızlıklar, yaşanan çokboyutlu olumsuzluklar da es geçildi. Kamuoyu ağır insan hakları ihlallerinden haberdar edilmedi. Son savunma haklarının kullanımında da, habere değer görmeyerek kelimenin tam anlamı ile sansür sayılabilecek bir yok sayma sürdürülünce Silivri’de yaşananlara duyarlılık dibe vurdu...
27 Mayıs’ın yıldönümü günlerinde medyanın Yassıada yargılamalarına duyarlılığını izlerken, insan haklarına yönelik bu çifte standardı, mesleğimizin etiği, kriterleri adına olmazsa olmaz kriterleri unutup demokrasimizi insan hakları, hukuk devleti standartlarının yerleşebilmesi açısından kaygıyla izlememek olanaksız. Sakın yanlış anlamayın; Yassıada askeri darbe yargılamaları, üç idam, ülkemiz için askeri darbe hukukunun işleyişi, insan hakları ihlal boyutları ile kara leke. 27 Mayıs yıldönümünde tarihimize kazılı bu utanç tablosu ile hesaplaşmak çok gerekli ve önemli. Medyamız bu anlamda görevini yapıyor...
Görevini yapmadığı boyut, çok partili düzene geçişte anahtar DP iktidarlarının, sandığı, parlamenter çoğunluğu kullanarak demokrasinin olmazsa olmaz kriterlerine uymayan çoğunluk baskıcı yönetimi ile işlediği demokrasi suçları... Keşke o tarihte geçerli anayasal, hukuk devleti düzeni işleyişinde 6-7 Eylül provokasyon suçları da içinde olmak üzere, bu demokratik olmayan iktidar icraatları, basına yönelik baskılar, sansür, tahkikat komisyonları, muhalefetin susturulmasına yönelik ağır şiddet üzerinden hesaplaşmalar yapılabilseydi de Yassıda ağır insan hakları ihlalleri, utanılası yargılama süreci hiç yaşanmasaydı. Ülkemiz gerçek demokrasiye geçişte çok hızla yol almış olabilirdi. 27 Mayıs masaya yatırılırken sosyal devlet, sendikal haklar, temel hak ve özgürlüklerin anayasal açılımlarını görmemek büyük ayıp. Türkiye’nin gerçek çağdaş demokrasiye doğru yol alış, sola açılım süreci, 27 Mayıs Anayasası ile gelen haklar sayesinde değil midir?

\n

***

\n

İşte Türkiye için öngörülen düzen, bu çok hızlı örgütlenme, demokratikleşme, gelir dağılımı paylaşımında dengeleme süreci ile çatıştığı için, sağ sivil iktidarlar yetmemiş, 12 Mart-12 Eylül darbeleri ile kazanılmış hakların gasp edilmesi operasyon süreçleri gündeme sokulmuştur. Solun, sendikalar başta tüm demokratik örgütlenmelerin, siyasal partilerin silindir gibi ezilmeleri, cezaevleri, ağır işkencelerle toplumsal dinamiklerin teslim alınmaları yetmemiş, sol, ideolojik tehdit algılamasının karşısına, din ve ırk kimliklerinin ayrımcılık olarak çıkarıldığı, beslendiği bir ortam yaratılmıştır.
Küresel ölçekte tek kutuplu dünyanın geçerli kılınması sürecinde, komünist tehdidin ortadan kalkması, sistemin yandaş İktidarlarının oluşmasında askeri darbelere dayanılmasını, ağır maliyetleri orantılı gündemden düşürmüştür. Darbelerle hesaplaşma, kitlelere dayalı sivilleşme, dünya ölçeğinde demokratikleşme umutlarını yeşertmiş olsa da darbelerle hesaplaşma sloganı ile Silivri simge AKP iktidarlarının özel yargısı, giderek daha ağır boyutlarda bir sivil darbe hukuku uygulaması niteliğine dönüşmekte, ağır insan hakları, hukuk devleti düzeni ihlallerini üretmektedir.
Uygulamaların sonuçları giderek hukukun geçerli kılınmasını ortadan kaldıracak boyutlar kazandığından, fiilen, maddi koşulları ile hakka-hukuka dönüşecek adımların atılabilmesi olanağı ortadan kalktıkça, toptancı karalama, suçlamalar ile kamuoyunun gözlerinden uzak tutma, siyaseten kaçınılmaz bir stratejik boyutu oluşturmaktadır. İzlenebildiği kadarı ile bu saatten sonra hukuka uygun yargılama koşullarını oluşturmak neredeyse olanaksız olunca, yapılan hukuksuzlukları örtbas edecek ölçeklerde cezalar, kararlarla davaların birinci süreçlerinin tamamlanması çabası içine girilmiştir. Sonrasında askeri darbeler hukukunda yaşandığı üzere, davaların aflar ya da bitirilmeden üst yargı süreçlerinde düşürülmeleri yolları denenebilecektir.
Ezilmek istenen toplumsal dinamikler, bu kez Cumhuriyetçilere, laikçilere, askerlerle birlikte toptancı darbeci yaftası asılmıştır. Özel yargı hukuku KCK operasyonlarında da aynı hodbinlikte uygulandığından, Kürt açılımı sürecinde toplu tahliyeler gündemdedir...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları