Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Manzara-i umumiye ve çıkış
Bizim gibi, siyasi ve ekonomik anlamda derin hatta derinden de öte bir kriz yaşanan ülkelerde, yaygın bir söylemdir:
“Bu kadar krizin altından hiçbir iktidar kalkamaz. Mukadder son yakındır. Gidişleri hızlanıyor. Krize dayanamayan kitlelerden kaynaklı sosyal patlama yaşanacak. Sürdürülebilir olmaktan çıktı artık” falan, filan…
Peşinen söyleyeyim:
Hiç kimse öyle “peşin ve garantili” uyanış-diriliş-silkiniş-kurtuluş falan beklemesin. Siyasetin teorisinde de pratiğinde de öyle bir şey yok.
Buraya (en sonda) döneceğim tekrar.
Önce, krizin bir analizini yapalım.
İktidar, son 3 yıl içinde siyaseten (kendi açılarından) yapılabilecek en vahim hataya imza atarak, daha fazla merkezileşme ve rejimi diktatörlükleştirme yolunda en önemli adımları gerçekleştirmiştir. 16 Nisan 2017 referandumu ile bunu perçinlemiş, tüm yetkileri bir kişide toplayarak sorunların daha da çözümsüz kalmasını garantilemiştir.
Bir tek kişinin, iğneden ipliğe, ekonomiden diplomasiye, siyasete, ticarete, olağanüstü boyutlardaki krizden çıkış reçetelerine kadar her konuda düşünmesi ve çözüm üretmesi mümkün değildir. Böyle bir “süper insanı” henüz hiçbir ana doğurmadı. Yüce Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün (üstelik de eğitilmiş-donanımlı kadro eksikliğinde) dahi böyle bir yeteneği olmadığı gibi, onun delegasyon (istişare) kabiliyetini bilenler için bu konu bir muamma da değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel sorunu, zaten pek çok arızası olan yarı demokratik rejimin tamamen ortadan kaldırılmış olması, parlamenter sistemin yani temsili millet iradesinin tümden yok edilmesi ve her türlü idari ve yargısal denetimin de toptan ilga edilmesidir.
Ekonomiden dış politikaya, eğitimden sağlığa, hatta tüm sosyal sorunların giderek daha da derinleşmesine kadar her şeyin temelinde, bu “denetlenemezlik” durumu yatmaktadır.
Korku ve ürkeklik içindeki “kamu kadroları” çözüm üretmekten ziyade “tepelere” yani “En Tepe”ye bakarak çözüm beklemektedir.
Ondan habersiz hiçbir şey yapılamıyor ve dolayısıyla hiçbir şey çözülemiyor.
Tüm hatalar, “Reis’ten habersiz yapmış olabilirler” yalanı ile gizlenmeye çalışılıyor. Yok öyle bir şey. “Ondan haber-siz” kuş uçmaz o tepelerde.. Sıkı mı?
Misal: McKinsey olayında, Sayın Damat (Berat mıydı yoksa?) Albayrak, daha 24 saat önce insanları “Cehalet ya da ihanet” ile suçlarken, Kayınpeder’in çıkıp da “Yok öyle bir durum. Kimse bir yerlerden danışmanlık almayacak. Biz bize yeteriz” diye en yakın bürokratını (bu kişilere “bakan” demeye dilimiz varmıyor artık) açığa düşürmesi bile devlette işlerin artık nasıl “kesik başlı tavuk misali” oradan oraya savrulduğunun en önemli göstergesi.
Ekonomik iflası, dış borcu, enflasyonun, faizin, kurun filan artık kontrolden çıkmış kaotik durumu saymıyorum bile.
Hukukun durumu ortada, artık
hâkimlerin “Dosyada haklı çıkmaya çalışmak” gibi akıllara ziyan bir bir suç(!) isnadı ile avukat tutukladığı bir yargı sistemini zikretmekten bile sıkıntı duyuyorum.
Emekçiler artık bina tepelerine, vinçlere çıkıp bağırarak hak aramaya (sendikalar nerede?) çalışıyor. Hak talep edenler her gün meydanlarda coplanıyor. Gencecik bir avukat büro açamadığı için intihar ediyor. Sağlık personeli nöbet ve çalışma yükü stresine dayanamıyor. Doktor ve hemşireler ölümcül çizgilere sürükleniyor. Emekleri sömürülürken, bir yandan da düzene isyan etme gücünü bulamayan cahil magandaların hışmına uğruyor.
Dış ilişkilerde içine düştüğümüz girdabın, yön arayışının ve kimseye yaranamayan, Suriye’den ABD’ye, Ortadoğu’dan AB’ye kadar başımıza açtığı bin türlü sıkıntıyı görmek, canımı acıtıyor.
Bütün bunları görüp de, “İşte dip noktaya yaklaşıldı. Nasıl olsa, çarpıp yukarı çıkarız” mantığı ile, “Bunca sorun elbet patlamaya yol açacak ve kitleler uyanacaktır” demek, hayatında hiç kitap okumamış olmak ve dünyayı hiç bilmemek anlamına gelir.
Ezilen kitleler, baskıya uğrayan milyonlar, sömürülenler, anası ağlayanlar örgütlü olmadığı müddetçe hiçbir çözüm ufukta görünmüyor.
Çözüm, sendikasından siyasi par-tisine, sivil toplumuna kadar “yepyeni ve birleştirici bir ruhla” örgütlenmek ve medyanın üzerindeki ölü toprağını silkelemesi ile mümkündür.
Neredeyse tüm kale burçları tek tek işgal edilmiş ve iktidar eline düşmüş medyayı savaşıp geri almadan, düzeni savunmayan esir olmayan siyasi partilerin yönetimlerini sağlıklı alternatiflerle değiştirmeden, emekçilerin gerçek emek örgütlerinde sendikal örgütlenmesini sağlamadan kimse bu iktidardan kurtuluş olabileceği rüyasını görmesin.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Emekliye iyi haber yok!