Kelebek kanadından daha hassas bir yürek... Gürül gürül yazma yeteneği... Her daim mazlumun yanında olma kaygısı... Yazmayı seçmiş, yazıyı mesele edinmiş, yazıyla-yazmayla varoluşunu bütünlemiş bir insan... Aslı Erdoğan.
Aslı Erdoğan’ın tutuklandığı önceki akşamdan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin nurtopu gibi bir ayıbı daha oldu. Şimdi anlatın bakalım, anlatmaya çalışın tüm dünyaya yazdıklarından dolayı hapse attığınız insanları...
Aslı Erdoğan’ın tutuklanma haberi internete düştüğü andan beri, dünyanın dört bir yanındaki PEN Dünya Yazarlar Derneği ne olduğunu anlamaya çalışıyor. PEN’in tüm kıtalara dağılmış 150 merkezi var... Hangisine ne yanıt yetiştireceğimi bilemiyorum.
Şaşırıyorlar, inanamıyorlar, anlayamıyorlar çünkü onlar Aslı Erdoğan’ın kim olduğunu biliyorlar. Aslı Erdoğan’ı tutuklayanlar, onun kitaplarını, edebi kişiliğini bilmeyebilir ama eserlerinin 8 dilde okunduğunu dünya biliyor.
“Kabuk Adam” (1994), Mucizevi Mandarin (1996), Kırmızı Pelerinli Kent (1998),
Hayatın Sessizliğinde (2005), “Bir Yolculuk Ne Zaman Biter” (2000), Bir Delinin Güncesi (2006), Bir Kez Daha (2006), Taş Bina ve Diğerleri (2009).
O bilim insanı kimliğini terk edip yazmayı seçmiş biri. Yükseköğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. Aynı üniversitede fizik yüksek lisans derecesi aldı. İki yıl CERN’de (Avrupa Yüksek Enerji Fiziği Laboratuvarı) çalıştı. Rio de Janeiro Üniversitesi’nde başladığı doktorayı bıraktı kendini yazmaya verdi.
Almanya onu “Tahta Kuşlar” adlı öyküsü Deutsche Welle ödülü kazanınca tanıdı ve bu öykü onlarca dile çevrilip yayımlandı. Fransa, ülkenin prestijli dergisi Lire onu “Geleceğin 50 yazarı”ndan biri olarak seçince tanıyıp kitaplarını kapıştı. İsveç onu, Mucizevi Mandarin yılın kitabı seçilince tanıdı. Sonra kitaplarının farklı dillere çevrilmesi, edebiyat arenasında övgü dolu eleştiriler birbirini izledi...
Hayır onu tutuklayanlar elbet bunları bilmez. O romanlarda, öykülerde düş kırıklıklarıyla gelecek umudunun bütünlüğünü... İnsanın kendi derinliklerinde çıktığı yolculukları... O yolculuğu anlatmanın binbir türü olduğunu... Anlatım biçemleri arasından yapılan seçimleri... Dildeki özeni ve şiiri ve de melankoliyi... Kişiler arası ilişkilerdeki sorgulamaları... Hayır bunların hiçbirini bilmezler.
Efendim? Örgüt üyeliği? Propaganda? Terörist? Öyle mi? Hadi ordan!
Her kitabında, her yazısında, Aslı Erdoğan sadece sınırları ve uçurumları sınadı... Hepsi bu! Gerisi lafügüzaf!
İlk kitabı “Kabuk Adam”dan bir alıntı:
“Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.”
Ülkemiz cinnet geçiriyor... Nasıl, nasıl kurtulacağız bu cinnetten, bu ayıplardan, bu travmadan?.. Bu günahların lanetini daha sırtımızda ne kadar taşıyacağız!
Aslı Erdoğan
Yazarın Son Yazıları
Neredeyse 30 yıldır Hakan Erdoğan Prodüksiyon “Bach İstanbul’da” başlığıyla klasik müzik konserleri düzenler.
Oktay Ekinci... Bu isim Cumhuriyet okurlarının hiç ama hiç yabancısı değil.
Paris ve sonbahar.
“Ve sonunda Joan Baez hastalığı yendi, sağlığına kavuştu!”
“Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum...”
Cumhuriyetin 102. yıldönümünü dün kutladık.
Ege’nin ortasında bir sabah...
Daha 29. Uluslararası İstanbul Festivali başlamamıştı.
Prag Tiyatro Festivali’nden ayağımın tozuyla dönüp tüm gördüklerimi sizinle paylaşmaya hazırlanıyordum ki sevgili arkadaşım Genco Erkal’ın sesi kulağımın dibinde bitiverdi: “Çekya’yı bırak önce Cihangir’e bak!”
Sevgili okurlar Prag’dayım.
Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor.
Bu yazının başlığı “Afife Jale Ödül Töreni’nin düşündürdükleri” olacaktı.
Olmayan suçlar... Yazılmayan iddianameler... Yazılıp uygulanmayan kararlar... Ve hukuk ile guguk arasında yaşamaya devam çabası... Tamam yakınmayı bırakıp sadede geliyorum.
Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz.
26 Eylül’de Ankara’da 93. Dil Bayramı’nı kutladık. Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin ortaklaşa etkinliği Yaşar Kemal’e adanmıştı.
“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”
İstanbul dolu dizgin.
15 Eylül, arkadaşımız, yoldaşımız, omuzdaşımız, ülkemin en aydın, en dürüst, en yararlı, en barışçı insanlarından Hrant Dink’in yaş günüydü.
Bundan önceki yazım şöyle bitiyordu: “Yeryüzü muhteşemdi. Türkiye’nin asla uygarlıktan, yaratıcılıktan, aydınlıktan ve gelecekten vazgeçmeyeceğine dair umutlarımız tazeleniyordu.”
Elbe Nehri’nin kıyısında görkemli mi görkemli o yapı bir mucize gibi yükseliyor.
Hafta içinde hapisteki iki çok değerli insanımıza yine uluslararası ödüller verildi.
Bunalıyorsunuz, kahroluyorsunuz, her yerde haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diyorsunuz...
Bu başlığı yazdım. İstanbul’da bir haftadır süren o muhteşem coşkuyu paylaşacağım diye düşünürken birden bir suçluluk duygusuna kapıldım.
Edremit Kitap Fuarı’ndayım...
Diyanet İşleri Başkanlığı suç işliyor.
Adaletten eğitime, sağlıktan beslenmeye, her şeyin sahtesine, zehirlisine mahkûm edildiğimiz, yalanlarla kuşatıldığımız şu günlerde kimi alanlarda hakikatle, sahici olanla karşılaşmak iyi geliyor insana.
Son yıllarda adeta Bodrum’un kültür markasına dönüşen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nden söz edeceğim.
20. ve 21. yüzyıl tiyatrosuna damgasını vuran dâhi Robert Wilson tedavi olmak istemeyerek New York Long Island’da kurmuş olduğu Watermill Eğitim ve Üretim Merkezi/okul/ müze/kültür merkezinde son ana dek çalışarak 31 Temmuz’da öldü.
Metin Sözen: (24 Mayıs 1936, Harput, Elazığ-31 Temmuz 2025, İstanbul)...
Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım.
“Ayakucumda deniz, kaynayarak yanan bir zümrüt, sonra mavi, sonra menekşe, ne var ki üzerine tuzla buz edilmiş milyonlarca ayna parçaları yağmış, alev alev yanıyor, çakıyor, çakıntıdan göz alıyor.”
Altan Öymen aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçerken bile hepimize bir ders verdi...
Ah bilmez değilim. Bu başlığı okur okumaz delirdiğimi sanacaksınız...
Pınar Kür... Edebiyatımızın cesur kadınlarından biri daha sonsuzluğa göçtü.
Yaş almanın en kötü yanı eşiniz, dostunuz, arkadaşlarınız, meslektaşlarınız hepsi gidiyor.
Sahnede tam 104 çocuk. Hepsi beyazlar içinde. Yaşları 7 ila 13 arası...
...Behçet Necatigil hocanın “Kitaplarda Ölmek” şiirini düşünüyorum 2 Temmuz’dan beri...
2 Temmuz 1993. Madımak katliamı. Dün müydü? Bugün mü? Yoksa yarınımız mı?..
Üç gün boyunca “Nâzım’dan Kazım’a Bir Volkan’dır Karadeniz” etkinliğindeydim. Rize’nin Fındıklı ilçesiyle Hopa arasında, hırçın dalgalarla yüksek dağlar arasında; yeryüzünün belki de en muhteşem doğasındaydım.
Başdanışman haykırdı: “Altaylııı senin suyun ısındı!” Ve hooop trol saldırısı, aradan 48 saat geçti ya da geçmedi evine baskın gözaltı, tutuklama, ver elini Silivri...