Zeynep Oral
Zeynep Oral zeynep@zeyneporal.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Özpetek: ‘Önemli olan paylaşmak’

29 Mayıs 2015 Cuma

“O bizim sevgilimiz”... “Onun gibisi hiç olmadı”... “Bizi bize en iyi anlatan o!” Ve daha neler neler... Hani neredeyse Şems ve Mevlana aşkı gibi bir şey yaşanıyor İtalya’nın güneyinde, “Çizmenin topuğunda”...
Pulia Bölgesinde, hele hele Lecce kentinde Ferzan Özpetek’e duyulan müthiş sevgiden söz ediyorum. Lokantada yan masada oturanlar, mutfaktaki aşçı, bardaki garson, taksi şoförü, polis, rehber, müze bekçisi, dükkândaki satıcı, sokakta yol tarifi istediğiniz kimse... “Neredensin” sorusuna “Türkiye’den” dediğiniz an, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştiriyor ve “Ah, Ozpetek” diye başlıyor anlatmaya... (Ö diyemedikleri için Ozpetek! İtalyanca bilmediğinizi söyleseniz bile onlar anlatmaya devam ediyor!)

‘Sen benim hayatımsın’
Rastlantı bu ya, “eş durumundan” yararlanarak Lecce’de geçirdiğim üç günün birinde Ferzan Özpetek’in İtalya’da yeni çıkan “Sen Benim Hayatımsın”- “Sei la Mia Vita” (Mondadori Yayınevi) kitabının imza günü vardı. İmza günü dolup taşarken fırsatı kaçırmayıp son haberleri aldım. Mayısta çıkan kitap Şimdiden “Anlatı” dalında İtalya’da 4. sıraya yerleşmiş.
“Sen Benim Hayatımsın”, iki insanın bir araba yolculuğu boyunca süren anlatısı. 1975’ten günümüze uzanıyor. İki insanın ilişkisi, onu tanımadan öncesine ve sonrasına göndermeler... Yolculuk boyunca yönetmenin filmlerinin nasıl doğduğuna; tanıdığı insanların nasıl film kahramanlarına dönüştüğünün öyküsü... Bu Ferzan Özpetek’in “İstanbul Kırmızısı”ndan sonraki 2. romanı. İlki gibi bunun da hakkını Türkiye’de Can Yayınları almış. Umarım yakında çıkar.

‘İstanbul Kırmızısı’ film oluyor
Ferzan’la bir kahvede sohbet ederken en sevdiğim İtalyan yönetmenlerden Ettore Scola’nın bir sözünü anımsıyorum: “Cahil Periler”den sonraydı. Bir ödül töreninde Ettore Scola “ Fellini’ler, Visconti’lerden sonra sinemamızda Ferzan Özpetek var” demişti. Elbet film çalışmalarını soruyorum.
Bundan sonraki film “İstanbul Kırmızısı”. Dört kişilik bir ekip, Yıldırım Türker, iki İtalyan senarist ve kendisi harıl harıl kitaptan uyarladıkları senaryo üzerine çalışıyorlar. Başrol için düşündüğü İngiliz oyuncudan çekim için tarih bekliyor. (Adını söylemiyor. Sürpriz) Kitabı anımsayacaksınız: birkaç günlüğüne İstanbul’a annesini görmeye İstanbul’a gelen yönetmenin bir ay kentteki arayışları ve “keşifleri”...Annenin ruju, ojesinin kırmızısndan Gezi’nin kırmızısına bir uzanma Oyuncular, İki İngiliz dışında bol bol Türkiye’den...

Sevginin kaynağı
Lecce Barok mimarinin şaha kalktığı küçük bir kent. Hem hüzünlü hem gülümseten “Serseri Mayınlar” filmini burada çekmişti Ferzan. Ama ona gösterilen o sonsuz sevginin kaynağı bu değil başka bir şey... Belki de tanıklık ettiğim, bir hayranın, genç bir kadının “Sizin cümlelerinizde ben kendimi buldum” deyişinde.
Sevginin kaynağı üzerine konuşuyoruz: “Yönetmen olmaktan daha önemli şeyler var hayatta” diyor. Örneğin?
“Paylaşmak... Düşünceleri, duyguları senin gibi olanlarla ve olmayanlarla paylaşmak...”
Empati... Frekans tutması... Özdeşleşme... Farklılıkları zenginliğe dönüştürme... Aynı “dili” konuşmak... “Ünlü olmak” değil “en iyisini yapaya çalışmak” ...O sonsuz sevginin kaynağında bunlar var...
Hani “Serseri Mayınlar”ın sonunda Sezen Aksu’nun şarkısı eşliğinde bitmeyen muhteşem bir dans sahnesi var ya... İşte Ferzan Özpetek’le “sokaktaki insanın” bütünleşmesi de, o dans sahnesi gibi bir kucaklaşma...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları