Savaş Tehlikesi

11 Şubat 2015 Çarşamba

Türkiye’de her türlü anormalliğin “sıradanmış gibi” yutturulmaya çalışıldığı, aslında derin bir rejim buhranı yaşadığımız bir dönemde, dünyada önemli fay hatlarında kırılmalara tanıklık ediyoruz. Bizler, memlekette sergilenmekte olan “kara komediyi” artık içimiz kan ağlasa bile dalgaya vurarak izlemekten başka çare bulamıyoruz. Başımızı kaldırıp baktığımız dünyada ise karşımıza belki de yaklaşmakta olan “büyük bir depremin öncü sarsıntıları” çıkıveriyor.
Teslim etmek lazım ki, neoliberal ekonomi dünya çapında son 20 yıldaki gelişme ve teknolojik patlamanın dinamosuydu. Lakin insani ve sosyal bedelleri olan bu politikaların maliyetleri, küresel ekonomik krizle birlikte gitgide belirginleşiyor ve “ideolojilerin yüzyılı” diye anılan 20’inci yüzyılın yerini almış yeni yüzyılın “siyasi trendleri” verili durumu taşıyamaz hale geliyor. Ekonomik ve siyasi çıkarlar üze-rinde yükselen uluslararası ilişkiler denklemi de olabildiğince karmaşık bir tablo sunuyor.
Örneğin “sarsılmaz müttefikler” ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerin son 20 yılın en kötü düzeyinde olmasını neye dayanarak açıklayacağız? Ya Washington’da kalan son iki yılında İsrail sağı ve Amerika’daki müttefiklerine rağmen İran gibi “tarihi bir hasımla” anlaşma ajandasını muhafaza etmeye çalışan bir Amerikan Başkanı bulunmasını? Barack Obama’nın İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Amerikan Kongresi’ne uluslararası planlarını bozacak şekilde konuşma yapmasına karşı alenen bayrak açmasını? Aynı Başkan’ın Ortadoğu’da Amerika’yı doğrudan bir askeri maceradan uzak tutmaya çalışırken Ukrayna krizinde Rusya ile yeni Soğuk Savaş’ı tetikleyen politikalarını hangi bağlama koyacağız?
En başta Türkiye’nin aidiyet bağları bulunan Avrupa ve Ortadoğu bölgesinin derinden sarsılacağı bir dönemin tezahürleri apaçık ortada. Arap isyanları ile daha adil bir düzen idealiyle tetiklenen umutları gömen siyasal İslam projesi ve ürettiği cihatçı Selefi İslam bir yanımızda… Lastikleri patlamış neoliberal ekonomik modeli ısrarla yaymaya çalışırken
2. Dünya Savaşı’nın küllerinden yaratılmaya çalışılan Avrupa birlik projesinin altını oyanlar öte yanımızda… 1990’larda Güney Avrupa ve Balkanlar’a “züccaciye dükkânına girmiş fil gibi dalanlar” şimdi Ukrayna üzerinden bir dünya savaşı tehlikesi yaratmakla meşguller.
Durum haddinden fazla tehlikeli. 2014 yılına girerken soruları “1. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde bir tarihi tekerrürle karşı karşıya kalır mıyız” diye formüle edenler artık Soğuk Savaş’ın “hortlayıp hortlamadığı” tartışması bile yapmaz oldu. 10 ayda 5400 can alan Ukrayna krizi yerel ölçekten çıkıp Avrupa’da yeni bir savaşı tetikleyebilecek boyutlara doğru ilerliyor. Obama’nın Kiev’deki aşırı sağcı soslu yeni yönetime “öldürücü savunma silahları” –silahın öldürücü olmayanı nasıl oluyorsa- tedarik etme planlarının eski İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt gibi isimlere “Ne yazık ki Rusya ile savaş olası. Tarihin en tehlikeli aşamalarından birine gidiyoruz” dedirtmesi boşuna değil.
Elbette bütün bunların fitilini asıl çakan “Doğu Diyaloğu” adı altında Kiev’in önüne askeri unsurları eksik olmayan bir anlaşma atarak rejim değişikliğini zorlayan AB’ydi. Şimdi yine aynı AB, bu kez ABD’yi frenlemeye çalışıyor. Bu yüzden Transatlantik ittifakında 2000’lerin başlarında Irak savaşında gördüğümüzden de derinleşmeye teşne çatlaklar beliriyor.
1990’lardan bu yana Avrupa’nın haritasını mütemadiyen değiştirenler, Rusya’nın on yıllarca aynı sınırları paylaştığı, Rusça konuşan azımsanmayacak bir nüfusun yaşadığı doğal nüfuz bölgesine “müdahil olmasından” yola çıkarak Moskova’yı “silah zoruyla haritayı değiştirmeye çalışmakla” suçluyor. Rusya yönetimini liberal demokrasi bağlamında pek çok konuda eleştirmek mümkün. Lakin “harita değişimi” meselesi haddinden fazla haksızlığa girer. Siyasi entegrasyon ayağı zayıf kalmış bir parasal birliğe sıkışıp kalan AB kendi içinde aşırı sağ hortlaklarıyla baş etmek durumundayken, yakından tanıdığı bir zincirleme reaksiyonu daha tetiklerse halimiz nice olur...
Bütün bunları bizdeki “cahiliye yönetimi”nin 12 yılda yaratmayı başardığı zihniyete sormaya kalkışsanız hepsini ya “komplo teorileriyle” ya “popülist nutuklarla” yahut da zamanı geçmiş “antiemperyalist” teorilerle izaha çalışabilirler. Tek meseleleri “Obama, Putin, Merkel başta olmak üzere dünya liderleri bize hayran” kalıbında görüldüğü üzere PR’dır. Belki de en çok da bu zihniyet yüzünden Türkiye dünya tablosundaki sarsılmanın tahayyüllerini çok aşan etkileriyle bir anda cepheden karşı karşıya kalacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

ABD’de darbe tehdidi 7 Eylül 2018
Zaharçenko darbesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları