Bağış Erten

Usta edebiyatçıdan Federer güzellemesi

12 Temmuz 2015 Pazar

Federer deyince o yazıyı anmadan olmaz. Ünlü edebiyatçı David Forster Wallace belki de tarihin en iyi spor yazılarından birini yazdı. Niko Yenibayrak ve Anıl Can Sedef’in Şota’nın tercümanları bloğundaki nefis çevirisinden alıntılıyorum. Bakın ne güzel anlatıyor onun özgünlüğünü: “Profesyonel tenisçiler artık belirgin şekilde daha iri, daha güçlü vücutlara ve daha iyi kondisyona sahip. Üstüne üstlük ileri teknoloji alaşımdan yapılan raketler daha hızlı ve spinli vuruşlara imkân tanıyor. O halde, nasıl oluyor da Federer’in ‘miadını doldurmuş’ yeteneği, erkekler tenisini domine etmeyi başarıyor? Metafiziksel açıklama, Roger Federer’in bir dereceye kadar fizik kurallarından muaf, ender rastlanır, doğaüstü bir atlet olduğunu iddia ediyor. Bu açıklamaya uyan bazı diğer örnekler şöyle: İnsanüstü bir yüksekliğe zıplamakla kalmayıp havada yer çekiminin müsaade ettiğinden 1-2 saniye daha fazla kalmayı başaran Michael Jordan ve ringde bir müddet ‘süzüldükten’ sonra, bir ressamın tuvale vurduğu fırça darbeleri misali zarif yumruklarını rakiplerinden iki ya da üç kat daha hızlı vurmayı başarabilen Muhammed Ali. Yaklaşan top, onun için olması gerekenden bir salise fazla havada kalıyor. Hareketleri atletikten çok elastik görünüyor. Federer; Ali, Jordan, Maradona gibi rakiplerine kıyasla hem daha sade hem de daha gösterişli gözüküyor.”

Tarihe tanıklık etme fırsatı olarak Roger Federer
Bazen tarihe tanıklık ettiğimizi fark etmeyiz. Olağanüstülük yanı başınızda o kadar sık kendini tekrarlar ki alışırsınız. Hayır, Marie Antoinette’ın Fransız Devrimi’nde ‘pasta yesinler’ idraksizliğinden bahsetmiyorum. Bir olayın önemli olduğunun bilinmesine rağmen kayıtsız kalınmasından bahsediyorum. Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesi ama haber değerinin azalması gibi. Spordan örnek vereyim. Senelerdir her hafta Messi’yi izliyoruz. Bir sezonda 50 gol atıyor, ama artık neredeyse haber değeri yok. Minareden atıyor, iniyor aşağı tutuyor. Ama bunu o kadar sık yapıyor ki, sıradan bir şey gibi, göreviymiş gibi, hatta sıkıcı geliyor. Oysa değil.
Maradona’nın zihnimdeki en unutulmaz anlarından biri, bir taç atışında topu kontrol edişiydi. Hangi maç olduğunu bile hatırlamıyorum. Ayağında topla havada dönmüştü ve iki rakip oyuncu kalakalmıştı. Onun tanrısal bir şey olduğunu o gün anlamıştım sanırım. Jordan’ın son günlerindeki her maçı izlemeye çalışırdım. Sıradan bir top sürüşünde bile o tanrısal yeteneği görürdünüz. 40’ına geliyordu ama sihir yaşlanmıyor!
Roger Federer bugün Wimbledon finaline çıkacak. Spor tarihinin en büyük oyuncularından biri ve ilerleyen yaşına rağmen hâlâ bunu ispatlamak için oynuyor. Çok uzun zamandır dünyanın bir numarası olmadığı için bize normal, sıradan bir sporcu gibi geliyor belki. Nadal ve Djokovic’in gövde gösterisinde karakter oyuncusu gibi duruyor. Ama öyle değil.

Nadal-Djokovic-Federer tartışması
Socrates dergisinin son sayısında Şevket Furkan Erbay, Caner Eler ve Emre Yazıcıol’un Nadal-Djokovic- Federer üzerine nefis bir tartışması var. Orada Federer’le ilgili Emre şunu söylüyor: “Mesela Serena Williams, Michael Jordan, Michael Schumacher gibi isimler sporlarına o ‘öldürme içgüdüsü’ ile bağlılar. Kazanmayı seviyorlar ve bu kadar büyük olmalarında, bu kazanma aşkının etkisi olduğunu görüyoruz. Ama Federer öyle değil. Çok daha sağlıklı bir beyin kimyasına sahip, daha normal bir insan ve yaptığı işi seven bir adam.” Caner Eler ise şunu ekliyor: “Federer rakamlar üzerinden değil de izlenirken verdiği hissiyat üzerinden konuşulması gereken bir adam bence. Yarattığı etki size başka türlü ulaşıyor. O saf yeteneği ile fiziksel bir tenis oynamadan, dikte ettiren özel bir doku yarattı. Kortta farklı bir aura oluşturdu. Edebiyatçılar onun üzerine yazılar yazdı. Edebi bir his yayıyordu çünkü. Daha güçsüz rakiplere karşı oynadığı dönemde ne kazandığı önemli değil. Kimle oynarsa oynasın, müzede sergilenecek bir tenis onunki.”

Yeni imal edilmiş oyuncular
Bu tartışmayı okuyan Ege Üniversitesi Felsefe bölüm başkanı ve sıkı bir tenissever olan Nilgün Toker’in, Tanıl Bora vasıtasıyla dergiye ulaştırdığı yorum ise zihin açıcı. Özetliyorum: “Nadal ve Djokovic her biri farklı tarzlarda da olsa bir yeni ‘imal edilmiş’, yani kapasiteleri oyuna göre biçimlendirilmiş oyuncular. Oysa Federer, oyunu biçimlendiriyor... Nadal’ın ama özellikle Djokovic’in oyunda yarattıkları rekabet ilişkisini bozan şöyle bir durum var: Onlar muhataplarını korkutuyorlar, tıpkı Serena gibi... Rakipler ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar şimdi kızacak ve saldıracak korkusuyla önde olduklarında bile gerginlikten hata yapıyorlar. Oysa Federer’in muhataplarına verdiği duygu korku değil, onların meydan okumasına izin veren ve bu bakımdan ‘denk’ bir muhataplıkla süren ve ‘iyi’ olanın kazanacağı bir oyunun garantisini veren bir duygu bu.”
Çünkü o saf bir yetenek. O yüzden Roger Federer’in her anına odaklanmak, her performansını izlemek boynumuzun borcu olmalı. Daha basitleştirip anlatmak da mümkün. Wimbledon’da ilk turda elediği Querrey’in nefis bir sözü var maçtan sonra: “Bazen öyle sayılar aldı, öyle vuruşlar yaptı ki, gidip yanına ‘çak’ yapasım vardı. Sürekli tebrik etmek istedim.” Tıpkı bir zamanlar yendiği rakibi Björkman’ın “Federer mükemmel bir tenis oynarken, onu en iyi yerden izlemekten memnuniyet duydum” demesi gibi.
Bugün ekselansları 18. Grand Slam, 8. Wimbledon zaferi için çıkacak korta. Rakibi ise günümüzün en komple tenisçisi Djokovic. Bu resital kaçar mı? Benim gönlüm Federer’den yana. Çünkü yandaki nefis alıntının müellifi D. F. Wallace’ın da dediği gibi “Tamam, deha tekrar edilemez. Ama ilham bulaşıcıdır ve bulaştığı her yerde yeni bir biçim kazanır. Güç ve saldırganlığın güzelliğe karşı savunmasızlığını böylesine yakından görmek, insana ilham ve (geçici de olsa) huzur vermeye yetiyor.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları