Aşk mektupları...

14 Şubat 2014 Cuma

14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE

14 Şubat bahane elbet... Bir haftadır edebiyat dünyasının aşk mektuplarına daldım. Yazar ve şairlerin çoğu aşka âşık, bir bölümü tüm aşklara aynı kadının adını vermiş... İnanın bu okuma, yaşadığımız pisliklerden uzaklaşmak için harikaydı. Bir de baktım, sizlerle paylaşmak istediğim yüzlerce sayfa birikti. Bu köşeye her birinden ancak birkaç cümle sığabildi. Meraklısı, adları izleyerek kaynağından doya doya içebilir!

‘Sevgilim, annem, çocuğum’
“Sevgilim, karım, karıcığım, annem, çocuğum, arkadaşım, canımın canı, kızıl saçlı bacım, üstadım, şair arkadaşım” diye başlayıp, gürül gürül çağlayarak, çoğalarak, coşarak, kabararak, taşarak dile getiriyor aşkını Piraye’ye Nâzım Hikmet..
“Büyük şair”, “Üstadım”, “Tanıdığım bütün insanlar arasında ne senin büyüklüğünde bir şaire, ne de senin kadar şiirden anlayana rastlamadım” dediği Piraye’ye mektuplarında (Adam Yayınları) “tüm şiirimi sana borçluyum”, “sen olmasan ben yaşamayacaktım karıcığım” dediği aşkına tanıklık ediyoruz... Piraye’nin onsuz geçirdiği saatler, yıllar karşısında, “kıskançlıktan geberen, azap ve işkence içinde kıvranan”; Piraye’nin bir “şekerim” sözcüğüyle çocuklar gibi sevinçten deliye dönen, “Gel artık diye yalvaran, “bir satırcık yaz” diye yakaran, Seni bir dakika göreyim, ömrümün on yılını vermeye hazırım” diye haykıran Nâzım’ın aşkı... (Daha sonra Münevver’e ve Vera’ya yazacağı mektup ve şiirlerin gücünü anımsayarak okuyorum...)

Yazarak âşık olmak
Kimi sevdiğine mektup yazar... Kimi de mektup yaza yaza aşkını perçinler. İşte iki örnek:
Bir kez gördüğü ve yazarak âşık olduğu, iki kez nişanlanıp iki kez nişanı bozduğu Felice’ye Kafka’dan:
“Felice Sevgilim, beni tanımıyorsun. Beni kötülüğümün içinde tanımıyorsun. Benim kötülüğüm, edebiyat de, yazın de, ne dersen de, o çekirdekten doğuyor. Ne sefil bir yazıcı olmalıyım ki, seni bir türlü kötülüğüme ikna edemiyorum…”
Daha sonra: “Milena, Milena, Milena… Adından başka bir şey yazamıyorum. Yazmalıyım ama! Milena, seni sevdiğime göre, yeryüzünü de seviyorum demektir!” (...) Bu mektup trafiği durmalı artık Milena, bizi çılgına çeviriyor ... benim özüm korku... Sen de beni tanımıyorsun Milena.” (Can Yayınları)
Bir başka örnek Halil Cibran: Hiç görüşmeden, 20 yıl boyunca Lübnanlı yazar May Ziyade ile sadece mektuplaşarak aşklarını yaşadılar”. Yanıp tutuşmalar arasından ben şunu seçtim: “Demek saçınızı kestirdiniz. O siyah dalgalı perçemleri kestirdiniz. Ne diyebilirim ki? Bütün makaslar ayıplanmalıysa ne diyebilirim ki? (...) Zararı yok! İtalyan kuaförünüzün size verdiği akla karşı çıkamayacağım için zararı yok… Tanrı tüm İtalyanların atalarının ruhlarını şad etsin.” (Aşk Mektupları - Kaknüs Yayınları)

Aşk sözcüklerinin gücü
Fransız şair Aragon için aşkın adı Aragon idi... Abidin Dino içinse Güzin.
İşte Abidin’den Güzin’e: “Sensiz geçmiş günleri günden saymıyorum, pis bir ışık - karanlık kovalamacası sadece.” “Can, sensiz her şey renksiz”, “Sevişmek için ne az kelime icat edilmiş. Duyduklarımın karşılığı yok hiçbir dilde...”, “Ne iğne, ne de hap; ilaçların ilacı sensin.” (İş Bankası Yayınları)
En keyifli aşk mektupları arasında Bedri Rahmi -Eren Eyüboğlu mektuplaşmalarını unutmamak gerek: Birbirlerine “Küçüğüm, Yavrum ve Yavrucuğum” diye seslendikleri, her satırı özlem, hasret, tutku ama aynı zamanda birikimlerle, resim sanatıyla dolu mektuplar... (İş Bankası Yayınları) Üstelik biri Romen, biri Türk ve anadilleri olmayan bir dilde, Fransızca mektuplaşıyorlar.
“Beni korkutan şey... Sözcüklerin komik kurbanları olabileceğimiz endişesi. Her ikimiz de sözcüklerimizi çok zor bir dilden ödünç alıyoruz. Bu ödünç sözcükler bize ihanet edebilir ve bir yanlış anlaşmalar zinciri birbirimize karşı duygularımızı berbat edebilir... ” diyor Bedri Rahmi.
Ernestine (Eren Hanım) sabretmeyi öğütlüyor: “Benim ürkekliğim nasıl da seni deli etmişti! Bir daha acaba birbirimizi ne zaman göreceğiz; ah, sabretmemiz lazım... Kim bilir belki bu gece yatağımın başında tüneyen bir kuş olup şarkılarınla beni uyutursun... Birbirimize sımsıkı sarılalım. Tam üç haftadır Küçücüğüme sarılamamıştım. Onu burundan öpmemiştim. Boynunun o çok hassas noktasına dokunamamıştım. Hassas noktalarını öğrenmede üstün yetenek sahibi olduğumu kabul etmelisin! Senin küçücüğün. Ernestine.” Hepinize keyifli okumalar.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları