‘Ne oluyor? Ne oluyor?’

22 Şubat 2024 Perşembe

Ülke anayasaya göre laik ama cumhurbaşkanı, daha üç yıl önce, “İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket edeceğiz” diyordu. Geçenlerde de “Şeriata düşmanlık dininin bizatihi kendisine husumettir” buyurmuş. Depremzedeler için yapılacak konutlarda tarikat reislerine öncelik veriliyor. Depremden sonra binden fazla çocuk kayıp, tarikatlar aldı söylentileri yaygın. Biri depremzedeleri, “Bize oy vermezseniz hizmet beklemeyin” anlamında sözlerle tehdit ediyor. 

ÇEDES protokolü okulları siyasal İslamın propagandasına açıyor, irşat büroları Medeni Kanunu (kadın haklarını) tartışmaya açıyor, parklarda kahvelerde tebliğciler vatandaşları taciz ediyor. Siyasal İslamın türlü örgütleri şeriat ve hilafet bayraklarıyla gösteriler düzenliyorlar, güvenlik güçleri bunları seyrediyor. İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin depremzedelerle dayanışmak amacıyla Kadıköy’de yapmak istediği açıklamaya polis saldırıyor, 100’den fazla kişi gözaltına alınıyor.

Bu sırada, tuhaf bir düğünde, tuhaf bir yazar, “Selanik’ten gelen dönme”, “Osmanlı’yı süren soysuzlar” ifadeleriyle Cumhuriyetin kurucularına hakaret eder, beddua okur, hazır bulunan Diyanet görevlisi de amin derken, oradaki saygın bir tarihçi bunları seyrederken; avukat Feyza Altun sosyal medyada şeriat karşıtı bir paylaşımından dolayı gözaltına alınıyor. 

Altun savcılığa çıkarıldı, tutuklanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine gönderildi, “yurtdışına çıkış yasağı”, “haftada iki gün karakola imza atma” şartını içeren adli kontrol uygulamasıyla cezalandırıldı. Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı, Altun’un serbest bırakılmasına itiraz etti.

Bu sırada uluslararası sermayeye, “Bak gelirsen kazanırsın” demek için, halkın daha da yoksullaştırılması pahasına türlü taklalar atılıyordu. Erzincan İliç’te toprak kayması sonrası yaşanan faciaya ilişkin soruşturmada, siyanürle altın ayrıştıran Kanada şirketi SSR Mining’in Türkiye müdürü Cengiz Demirci gözaltına alınmasının ardından yaklaşık altı saat içerisinde serbest bırakılıyordu.

‘BİR ŞEY KENDİ SÜRECİNDE İLERLİYOR’

Gariplikler üst üste gelmeye başlayınca, ben hep Beckett’in Oyunun Sonu yapıtındaki kör ve yatalak “efendi” Hamm ile “uşağı”, umutsuzluğun, çaresizliğin ortasında anlam arayışını temsil eden Clov’un arasındaki bir konuşmayı anımsarım: Hamm: “Ne oluyor? Ne oluyor?” Clov: “N’olacak bir şey kendi sürecinde ilerliyor.”

Peki “kendi sürecinde ilerleyen şey” nedir? Hep tek tek olaylara, olgulara bakarak şaşırıyor ve kızıyoruz ama çoğu kez bunların oluşturduğu bütün gözden kaçıyor: Siyasal İslamın hayatın tüm alanlarına sızma, toplumu moleküler düzeyde dönüştürme süreci devam ediyor. Bazen de bakış açısını biraz değiştirmek gerekiyor: Değerli dostum Galip Yalman, geçenlerde dikkat çekmişti: “Farkında mısınız artık muhalefet var olan rejimi (başkanlık sistemi, iktidarsız meclis-EY) değiştirmekten söz etmiyor”

Hımmm... Demek ki rejim muhalefetini, var olanın kaçınılmazlığına ikna etmek konusunda epey yol kat etmiş. Halbuki, yukarıda aktardığım örnekler rejimin, Anayasa Mahkemesi’ni iktidarsızlaştırdıktan sonra anayasayı da işlevsizleştirmeye başladığını, kimi simgesel şiddet araçlarını daha sık kullanmaya başladığını gösteriyor. Bu araçlardan üçü artık iyice belirginleşti: Rejim topluma dayattığı “hakikat rejimine” (doğrunun, yanlışın, konuşulabilir olan ve olmayanın sınırlarını belirleyen kurallar, yasaklar, kavramlar) uygun biçimde ilerlerken direnenleri, laikliği savunmaya çalışanları “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” suçluyor. Böylece rejim “siyasal İslam=halk” derken laikliği savunmak “isyancı” kategorisi içine alınıyor, cezalandırma keyfileşiyor. İkincisi, laik Cumhuriyeti kuranlara yönelik hakaretler, yalanlar, iftiralar artıyor. Üçüncüsü, rejim kendi fiyaskolarına, siyasi, kültürel ve cinsel (kadın, çocuk tecavüzleri gibi) rezaletlere, ekonomik skandallara, yandaşlarına uzanan yolsuzluk, hırsızlık vakalarına ilişkin haberlere yasak getiriyor. 

“Kültür üstyapıdır, biz altyapıya, ekonomik çıkara odaklanalım, aman halkımızın duygularını incitmeyelim” filan derken “kültür savaşlarında” meydan o kadar boşaldı ki siyasal İslam artık tüm frenlerini boşalttı, militanları, Zülâl Kalkandelen’in deyimiyle iyice “azdılar”.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları